Sinan Ok
Türkiye’de en yaygın politik yalanlardan biri, dönem dönem kamuoyuna yansıyan “Bu memlekette işsizlik yok, iş beğenmeme, sorunu var” YALANIDIR.
Sermaye tayfasının propaganda makinalarına dönüşen medya eliyle bu yalan periyodik olarak dolaşıma sokulmaktadır. Gerçek tam tersidir.
Bu ülkede insan onuruna aykırı, kayıtdışı, güvencesiz, uzun saatlerle, yıllık/haftalık izin hakkı olmadan çalışma; istisnai değil ve maalesef daha yaygındır.
İnsanların ölümü göze alarak çalıştığını her yıl meydana gelen binlerce işçi ölümünden görebiliyoruz. Sadece ölmek değil yaralanmak, engelli kalmak, mobinge ve tacize maruz kalmak pahasına milyonlarca insan, “karın tokluğuna” bu ülkede çalıştırılmaktadır.
Bu nedenle işverenlerin “nitelikli işgücü bulamıyoruz” iddiası “ücretsiz çalışacak işgücü bulamıyoruz” şeklinde yorumlanmalıdır. Ülkedeki kolektif niteliksizliğin sorumluları olan bu güruhun ve seçtirdikleri iktidarın derdi, ucuz işgücü üzerinden “ülkenin” rekabet gücünü pazarlamaktır. İşçilerin kendisi, ailesi ve çocukları “ülkeye dahil değilmiş gibi” davranmaktadırlar.
Türkiye’de aralık aylarının ilk yarısı bütçe, ikinci yarısı ise asgari ücret “tiyatrosu” ile geçiyor. Olağan koşullarda bütçenin ilgili komisyonlarda bir müzakere ile bazı değişikliklerden geçmesi gereklidir.
Halkın, toplumun, muhalefetin ve sivil toplum kuruluşlarının; görüş, öneri ve eleştirilerinin alınıp yansıtılması lazımdır. Ancak Türkiye’de hiçbir dönem olmayan bu durum 2021 yılı bütçesi için de olmamıştır. Zaten yeni cumhurbaşkanlığı sisteminde bu mümkün değildir.
Bütçe sürecinde tek değişiklik ilgili komisyonun başkanının görevden alınması ve hazine bakanı yapılması olmuştur!
Yaklaşık 1,4 Trilyon TL’lik bütçede faize gidecek miktar 180 Milyar TL’dir (% 13,3). Bu miktar Türkiye’de sosyal politikanın büyük yükünü alan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının bütçesinden (155 Milyar TL) daha yüksektir. Dolayısıyla bütçede “halka kaşıkla, ranta kepçeyle verme geleneği” 1980-12 Eylül darbesinden aldığı güçle devam ediyor.
Bütçede personel giderleri, yani kamu emekçilerine ödenen miktar, sayıları yüzbinlerle olan “üniformalılar dahil” olunca bile yüzde 24 oranındadır (Örneğin İçişleri bakanlığının 3.000 yeni korucu alımı da dahil). Yani bütçenin yüzde 76’sı personel giderleri dışındaki başlıklarda harcanmaktadır. Bütçe içinde personel giderleri önceki 2 yıla göre azalış göstermiştir. Bütçe içerisinde personel giderlerine azalışa paralel, ücretlilerin toplam gelir içindeki payında da çok hızlı bir düşüş yaşanmaya devam etmektedir.
Türkiye’de kişi başına düşen gelir 2012’den bu yana azalmaktadır. Sadece Türkiye içerisinde yaşanan bir azalış değil bu durum. Türkiye, dünya geneline göre de irtifa kaybetmektedir. 1990’da kişi başına düşen gelir sıralamasında dünyada 49. olan Türkiye, 2019 yılında 74. sıraya gerilemiştir. Bu genel geriye gidiş asgari ücretliler için daha ağır koşullara yol açmaktadır.
Türkiye’de asgari ücret, kişi başına düşen gelirin yarısından daha az, TÜİK’in açıkladığı yoksulluk değerlerinin yüzde 25’inden daha az, açlık sınırlarının bile altında bir değerdir.
İşin acı tarafı 2,7 milyon ücretsiz aile işçisi bu ücreti dahi almadan istihdamda sayılırken milyonlarca mülteci, çocuk, mevsimlik işçinin asgari ücret altında çalıştırıldığı bilinmektedir.
İstihdamın yüzde 34’ü kayıtdışında iken, “Çalışma Bakanlığı’nın” taşra örgütlenmesi yok iken ücretin asgari ücrete göre ödenip ödenmediği denetlenemez/denetlenmemektedir.
Gerçekte uygulanamayan asgari ücreti önemli kılan durum, bu değerin birçok ödenekte esas alınmasıdır. Engelli ödeneklerinden işsizlik sigortası ödeneklerine varana kadar birçok kalemin hesabı ve tespitinde bu değer esas alınmaktadır.
Sayısı net olmamakla birlikte yaklaşık 10-12 milyon kişi, asgari ücret değerinden doğrudan etkilenmektedir. Ancak bu etki alanına rağmen asgari ücret, insan onuruna yakışır bir düzeyde değildir ve maalesef 2021 yılında da bu durumun değişmeyeceğini öngörebiliriz.
Asgari ücretin son 10 yıllık seyrini gösteren aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere 2015 yılında yapılan 2 seçimin etkisi dışında asgari ücrette bir reel artış yoktur.
Euro bazında 10 yıl önceki değere yakın olan asgari ücret, dolar bazında yaklaşık 56 dolar düşmüştür. Güncel kurlar üzerinden hesaplandığında bu düşüş daha da yüksektir. Bu değer yıllık ortalama dolar kuru esas alındığı için düşüş az görünmektedir. Asgari ücretin günlüğü son 10 yıl içinde en fazla 14 TL arttırılmıştır (2019 yılında). 2020 yılında artış daha az olup sadece 10 lira günlük artış yaşanmıştır.
Yukarıdaki tablo incelendiğinde görülen bir durum ise 2019 yılında Brunson krizinin etkisi nedeniyle yükselen enflasyon etkisi ile ortaya çıkan cari artıştır.
İfade edilen 2016 ve 2019 yıllarının genel seçim sonrası yıllar olduğu görülmelidir. Bu anlamda iktidar, 2021 yılı ilk döneminde bir seçim planı öngörüyorsa asgari ücrette yıllık yüzde 10-15 bandında olan artışın üzerinde bir artış için çalışacaktır. İktidarın 2021 yılı içerisinde bir seçim planı yoksa artışın resmi enflasyonun biraz üzerinde olacağını öngörebiliriz. Bu da 2.700 TL’nin altında bir ücret düzeyine denk düşüyor. Yani “millet iş beğenmiyor diyenlerin önereceği maksimum ücret” 2.700 TL’dir.
Peki dört kişilik bir aile 2.700 TL’ye Pandemi koşullarında nasıl yaşayabilir?
Elbette yaşayabilir diyenler çıkacaktır. Hergün meşhur 2 TL’lik 3 öğün simit ve çay hesabından söz edebilenler hala çıkacak mı bilmiyorum ama 2 TL’ye hiçbir yerde çay-simit kalmadığını biliyorum. Aynı AKP’li vekilden bir “matematik değerlendirmeyi” hak ediyor halkımız!. Ancak biz yine olması gereken asgari ücret değerini bulmaya çalışalım.
Asgari ücret, hükümetin yandaş sendika konfederasyonu olan Memur-Sen’in belirlediği yoksulluk sınırları bile esas alınırsa en az 3.600 TL bandında olmalı ki bir hanede iki kişi çalıştığında yoksulluk sınırı aşılabilsin. Bence TÜİK ve Türk-İş yoksulluk sınırları dikkate alınarak bu değer 4 bin TL civarında belirlenmelidir. Aksi takdirde insanlar çalıştığı halde yoksullaşmaya devam edecektir.
Firmaların bu miktarları ödeyemeyeceğini ve iflasların artacağını, işsizliğin “hortlayacağını” iddia edenler, kölelik düzenine yakın mevcut yapıyı kendi lehlerine korumak isteyenlerdir. Yıllardır reel olarak ücret artışı yaşanmamasına rağmen işsizliğin arttığını görüyoruz. İşsizlik artışının tek nedeni ücret düzeyi olsaydı işsizliğin de sabit kalması gerekirdi. İşsizliğin en önemli nedeni esneklik ve güvencesizlik politikalarının yaygınlaşması ve eğitimin niteliksizlemesidir. Ancak insanların karın tokluğuna çalışıp bir işvereni zengin etmelerini istemek, toplumun genelinin çıkarına değildir.
Kendisinin ve ailesinin temel gıda, eğitim, sağlık başta olmak üzere ihtiyaçlarını karşılayamayan çalışanların çokluğu toplumun geleceği için en büyük tehdittir. Ayrıca yüksek gelirli istihdam bir ülke ekonomisinin de en sağlam temelidir.
Nitelikli istihdamın ilk koşulu nitelikli ücret olmalıdır. Ücret vermeden nitelikli işgücü arıyoruz diyenlere duyuralım. Bakın geçmişte karın tokluğuna çalıştırdığınız milyonlar şimdi Pandemi koşullarında tüketim yapabildiği kadar siz ayakta kalabileceksiniz. Geçmişte birikim yapabilselerdi şimdi bu kriz daha az hasarla atlatılacaktı. Geleceği güvenceye almak isteyen toplumlar nitelikli çalışma alanları ve nitelikli ücret için insan gücünü korumalıdır.