Dilşa Deniz
Sovyet sisteminden itibaren süren ideolojik ayrışma ve çatışma, Amerika’da coğrafik uzaklık avantajı ile sosyalist ülkelerle ve dolayısıyla fikirlerle temasın kesilmesi uzun bir süre başarılmış.
Elbette bu başarılma hikayesinde ciddi bir toplumsal mühendisliğin işletildiğini söylemeye gerek yok. Bu nedenle ülke içinde alttan alta ve daha sonra yasa zoruyla, özellikle sanatçılar, sendikacılar ve entelektüellere yönelik yapılan cadı avı üzerinden sosyalizmin topluma bir fobi olarak yerleştirilmesi başarılmış.
Doğal olarak Batı’daki emek hareketi ve onun mirası olan dilin, özellikle de pozitif içeriğinin tamamen silindiği bir toplumsal algı da başarılmış. Mesela sol anlamında kullanılan left, leftism, leftist, sosyalist vb. kavramlar kullanılmamaktadır. Kullanıldığında bir karşılığı olmadığı için ne demek istediğinin de bir anlamı yoktur. Bunun yerine ilerici olarak tercüme edebileceğimiz progressive kavramı kullanılmaktadır.
Solun neredeyse tek tanımlayıcı kavramı ilerici yani progressive olunca, solculuğun sınırı da buna göre belirlenmiş oluyor elbette. Bunun anlamı, solun bugünkü Demokrat Parti politikası çerçevesinde tanımlanan ve Cumhuriyetçilerden bazı konularda ayrışan ancak pek çok konuda da uzlaşan, kapitalizme uyumlu bir politik çerçevenin belirmesidir. Bu nedenle progressive kavramsal olarak, Amerikan sisteminin kapitalizm ile iç içeliği, uyumluluğunu her açıdan korumaya alan sistemin ve kültürün belirlediği değişim talebinin çerçevesidir. Yani değişim, biraz biraz üstüne koyarak ilerleyen bir şeydir ve radikal değişimlere kapılar sonuna kadar kapalıdır.
Bu nedenle mesela progressive/yani sol aday olarak bilinen ve kadın politikası bilinci de yüksek olan, o anlamda Bloomberg’i seksist ve kadınlara yönelik eylemleri konusunda oldukça sıkıştıran Elizabeth Warren, kendisini aleni olarak kapitalist olarak tanımlama ihtiyacı, Amerikan belleğindeki sol algısı ile ilgilidir. Bütün bunlara rağmen bu konuyla sıkıştırmaya çalıştıkları Sanders’i yıkmayı başaramıyorlar. Sanders, klasik bir sol söylem ile değil daha geniş yorumladığı kendi demokratik sosyalist tanımlaması ile ortaya çıkınca, Amerikan toplumunu korkutmada kullanacakları bir veri sağlamış olmuyor. Mesela kendisini sosyalistlikle suçladıklarında Amerika’da sosyalizmin var olduğunu ve bunun sadece milyarderler için kullanıldığını söylüyor.
Sanders, devletin milyarderleri korumak için her türlü tedbiri aldığı bu sistemin gerçek anlamda zengin sosyalizmi olduğunu, kendisinin ise sadece zenginlere uygulanan bu sosyalizmi tüm halka özellikle de yoksullara uygulamak istediğini dillendiriyor. Bu anlamda sosyal devlet örneği olarak Danimarka’yı örnek verirken, herkese parasız eğitim ve özellikle sağlık hizmetlerine işaret ederek bir devletin bunu kolaylıkla yapabileceğini belirtiyor. Bu, Amerikalıların korktuğu klasik devrim olmasa bile yine de toplumsal bir devrim sayılabilir. Dolayısıyla Obama’nın sigorta şirketleriyle başa çıkamayışı da hatırlanırsa Sanders’ı önemli bir direniş hattı bekliyor haliyle.
Bu nedenle onu elemeye çalışan ciddi çabalar da yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamış durumda. Örneğin Demokratların yedi adayından üçü Joe Biden lehine çekildiler bile. Bu adaylardan ikisi milyarder bu arada. Süper Salı’dan üçüncü çıkan Elizabeth Warren da çekilme eğiliminde. Geriye Joe Biden ve Bernie Sanders kalıyor yarışta.
Bu arada Sanders için yapılan ciddi sağlık spekülasyonlarını da bu çerçevede okumak lazım. Biden ile aralarında bir yaş farkı olmasına rağmen, daha önce geçirmiş olduğu kalp krizi nedeniyle sık sık bu yönlü sorulara maruz kalıyor. Aslında bir anlamda sürekli olarak gündemde tutuluyor. Mesela bazı yaşlı Amerikalılar -hatta bazıları Cumhuriyetçiler dahi- yaşlı olmasa Sanders’e oy verebileceklerini belirtirken bu planın önemli ölçüde işe yaradığının da ipuçlarını veriyorlar.
Demokratlar özellikle de Azil sürecinden oy çokluğu ile kurtarılan Trump’a karşı ciddi bir yoğunlaşma içerisindedirler. Bu nedenle Trump yandaşlığı ve karşıtlığı hem Cumhuriyetçilerde hem de Demokratlarda toplumsal projelerle toplumu ikna etmenin önüne geçmiş durumda. Bundan dolayı Joe Biden’in politik argümanı sadece Trump’ın bir daha seçilmemesi olarak belirmekte olup, bundan başka ne önerdiğine dair bir şey okumak -en azından kamuoyu tartışmaları içinde- mümkün görünmüyor.
Oysa Sanders öyle değil. Gündemini Trump karşıtlığından çok toplumsal sorunlara özellikle yoksul sınıflara yönelik projelerle belirlemekte ve kamuoyu bunu satın almaktadır. Çünkü yoksulların derdi kimin geldiğinden öte, kimin ne önerdiğidir haliyle. Dolayısıyla Sanders’in projeleri ilgi çekmekte ve ilkeli duruşu toplum tarafından karşılık bulmaktadır. Mesela kampanyası için ilkesel olarak ne zenginlerden bağış alıyor ne de büyük miktarda yapılan bağışları kabul ediyor. Bu nedenle de çok kısa bir zamanda kampanya hesabında 50 milyon dolara yakın para toplandı. Rekor bir miktar. Bunun anlamı yoksul, dar gelirli, sıradan insanların onun fikirlerine sahip çıkması, inanması ve ilkeli duruşunu takdir etmeleridir.
Bu nedenle tüm olumsuz kurulumuna rağmen Amerika kıtasına ulaşan sosyalizm kavramının yükselişinde Sanders’in çok büyük bir payı var. Bunu, kavramı klasik tanımının çok ötesine taşıyarak yapıyor. Mesela üniversitelerde artık Sosyalist Gençlik Kulüpleri var. Starbucks’lardaki ilan panolarında sosyalist broşürler, ilanlar var. Bu Amerika için bir anlamda bir devrim gerçekten.