Covid-19, mekân, ev ve kentle ilişkisini de gözden geçirmeye davet ediyor herkesi. Salgın zamanında ve salgın sonrasında mekân, ev ve kentle olan ilişkimiz üzerine düşünmek gerekiyor.
Örneğin, salgın sırasında balkonların ne kadar hayati bir ihtiyaç olduğunu gördük, ama çoğu ev balkonsuz ya da Fransız balkonlu. Öte yandan küçücük bir bahçenin bile böyle olağanüstü günlerde bir vaha olduğunu fark ettik.
Peki, salgın sorasında doğayla ve insanla dost, daha yaşanılabilir bir yeni ev, yeni mekân, yeni kent mümkün olacak mı? Bundan böyle evin, mekânın ve kentin tasarımı nasıl olmalı? Mimar-yazar Simla Sunay ve mimar- restoratör Seda Özen’e sordum.
Simla Sunay: İmar yönetmelikleri için belirgin bir değişim öngöremiyorum
Mimar, yazar Simla Sunay, salgın sonrasında yeni ev, yeni bina ve yeni bir kentin, kimin için ve nasıl mümkün olacağı üzerine düşünmek gerektiğini belirtti:
“Önce şunu söylemeli; salgının fark ettirdikleri ile bu fark edişlerin gündelik hayata yansıması arasındaki zamansal ilişki benim aslında çok eril bulduğum ‘geleceği görmek’ olarak yüceltilen ya da ‘fütürizm’ olarak metalaştırılan iki bakış açısından epey azade olacak, evet bir öngörü sunmuş oldum ben de.
Yeni ev, yeni bina ve yeni kent ‘mümkün’ ama kimin için mümkün?
‘Nasıl?’; peki kim yapacak? Dolayısıyla soru, orta ve üst sınıf ile sınırlı bırakıyor bizi.
Evini kendi yapmayan, hazır hatta tümüyle döşenmiş alan bir sınıf için bir değişim mümkün mü?
Konut üretiminin ihtiyaçlara ve kullanıcı taleplerine göre belirlenmediği tümüyle sermaye güdümüyle sürgittiği bir yapı üretimi alanında, salgından sonra balkonlar sözgelimi değişebilir mi?
Dolayısıyla değişimin somut mekânsal sonucundan önce kullanıcının ve kent için de halkın taleplerinin ‘girdi’ haline gelmesi ve ‘arz’ın değişmesi gerekli, bu da bir mücadele gerektiriyor. Yani bunu sağlayacak olan salgın mıdır, yoksa Gezi gibi direnişler midir, sormak gerek.”
‘Gereken sosyal mesafe için kaldırımlar genişletilecek mi?’
Sunay, halihazırda yapı stoğunu doldurmuş büyükşehirler için ve mevcut iktidarın elindeki imar yönetmelikleri için belirgin bir değişim öngöremediğini belirtti:
“Apartman dairesine dahil açık alanın ve ekolojinin ihtiyacının belli bir sınıf için salgın nedeniyle deneyimlenmiş olması, bunun getireceği değişimin beklentisi çok eksikli geliyor bana; deprem ve sellerin etkisinin yapamadığından daha çok ne yapabilecek? (Küresel etkilenim mi yerelde bir değişimi tetikleyecek? Hatırlayalım, hükümet ‘sorun küresel ama çözüm ulusal’ demişti.) Deprem toplanma alanları bir bir doldurulan kentte salgın nedeniyle gereken sosyal mesafe için kaldırımlar genişletilecek mi? Yürüyüş alanları kente eşit ve adil dağıtılacak mı? Kentte yürümek bir ulaşım eylemine evrilecek mi? Bununla beraber telefon kabinlerinin yerini test kabinleri mi alacak? Her kamu binasına rahatça erişim sağlayabilecek miyiz? Mevcut özel veya kamusal yapılaşmanın ilk elden değişken alınamayacağı bir kentte salgın sonrası nasıl bir mucize bekliyoruz? Halihazırda yapı stoğunu doldurmuş büyükşehirler için ve mevcut iktidarın elindeki imar yönetmelikleri için belirgin bir değişimi zaten öngöremiyorum. Eve kapanabilen şanslı kesim orta ve üst sınıfın fark ettiği o şeyden bir sihirli değnek çıkar mı, bunu zaman gösterecek.”
‘Bir yeryüzü bilinci kurabilirsek bir şeyler değişir’
Soruların çoğaltılabileceğini dile getiren Sunay, sorularla sözlerini sürdürdü:
“Salgınla güçlenen biopolitika bize yeni nasıl mekânsal dayatmalarda bulunacak? 65 yaş için gelen ani yasakları düşünürsek, evi konuşurken aslında bedenimizi de konuşmuş oluyor muyuz? Ya da sosyal mesafemiz genişlerken devlet ile bedenimiz arasında daralan mesafemizi? Yaşlılık ve ev ilişkisi nasıl değişecek? Onların evlerine bir acil durum sinyal butonu eklenecek mi sözgelimi? Ya da ev içi şiddet gören, dışarı çıkıp kurumsal yardım göremeyecek olan kadınlar ve translar için evde nasıl yeni birtakım güvenlik önlemleri alacağız? Barınma sorunu yaşayan, kiralık daire bulamayan ve semt baskısı gören translar için mahalli nasıl önlemler alacağız? Daha önce kentlerde en yakın karakola başvurabilen, şiddet gören kadınlar günümüzde ilçe emniyet müdürlüğüne başvurmak zorunda; bu gruplara kent içinde daha çok sayıda başvuru imkânı sunulabilecek mi? Eve kapanma dönemlerinde sosyal devlet mekanizması (ki varsa) nasıl hızlı dönüşecek? Toplu ulaşım tercihi azalacağı için trafik nasıl etkilenecek? Kentte hiçbir zaman servis hizmetleri-planlama-ihtiyaç ilişkisi kurulamadığı için adım başı market açılmaya devam mı edilecek? Açık pazarlar yasaklarla yıpratılırken markete, yani pahalı ve beklemiş gıda satışına maruz kalmaya devam mı edeceğiz?
Şu üç aylık süreçte hiçbir mekânsal ve yapısal değişim yaşamadık, sahra hastaneleri bile açılmadı, buradan bir sağlık turizmi rantı devşirildi.
16. ve 19. yüzyıl salgın-kent değişimi etkisini bugün yine beklemenin abesliğini konuşmalıyız. Bu değişim için mesafemiz kaldı mı ki?
Tüm bu ‘karamsar’ denebilecek soruların ardında, bir süre sekteye uğrayacak olan küreselleşmeye rağmen ve ona sürtünerek tekerleğini döndüren (bknz: Anna Tsing-Friction) yerelin dışında bir ‘dünyalaşma’yı, tüm bir yeryüzü bilincini kurabilirsek eğer ev, toplu konut, kamusal yapı, bina, fabrika, kent, kent doğası, altyapı, enerji kullanımları, atık politikalarıyla vb. topyekûn bir değişimin ve sadece sermayedarların kârı ve iktidarların bekası için değil, ihtiyaç için yapılacak bir mimarlığın gerekliliği kaçınılmaz. Ve bunu kulağımıza ilk kaçıran da salgın değil. Kulağımızı kurutmasın iş ki.”
Seda Özen: Balkonlar hayatımızın bir parçası olacak
Mimar-restoratör Seda Özen, salgın sonrası dünyada, uygulamasını öğrenmek şartıyla balkonların hayatımızın bir parçası olacağını söyledi:
“Balkon bizim 19. yüzyılda tanıştığımız bir öğe. Balkon dışa dönük bir öğe, çok barışık olduğumuzu da düşünmüyorum. Balkonlardan önce yüzyıllarca evlerimizin bir parçası olan yarı açık mimari öğeler; hayat, eyvan, revak gibi mekanlar bahçeye, avluya baktı. Mahremiyet esası vardı. Dışa dönüklüğün ifadesi olan balkonlar, en fazla 120-150 yıldır mimarimizin bir öğesi. Balkonlar hayatımızın bir parçası olacaktır, ancak onu uygulamasını öğrenmek şartıyla.”
‘Alışkanlıklar bir anda değişmeyecek’
“Bahçeyi de arayacağız” diyen Özen şunları aktardı:
“Apartmanlar arasında bir avlulu ortak yaşam düzenlemenin gerekliliği anlaşılacaktır. Bundan sonra mahalle ölçeğinde sergi salonları, mahalle ölçeğinde konser salonları, cadde dükkanları; büyük ölçekli sergi salonları, büyük konser salonlarına, büyük alışveriş merkezlerine tercih edilecektir. İlk AVM’nin bizde otuz yıl önce açıldığı ve son on beş yılda yaşam tarzımızı büyük ölçüde etkilediği düşünülürse, bu alışkanlıklar bir anda değişmeyecektir. Ancak birçok insanı ve tüketim, satın alma tercihleri değişecek ve ister istemez arz da bu yeni talebe uyacaktır diye düşünüyorum. Bürokrasi, imar mevzuatları, belediyeler bu yeni hayata ve alışkanlıklarına nasıl adapte olacak, onu henüz bilmiyoruz.”