Emanet Zombi?

Didem Karasulu

1975 yılında Emmanuel Lévinas, bir insan başkasına kendini ifade ediyorsa, o kişiye kendini emanet etmiştir, diye yazar ve insanın özü, kendisini başkasına emanet bırakmasıdır. Lévinas’a göre, başkasına duyduğu sorumluluktur beni birey haline getiren. Diğer insanların yakınlığı, dolaysız varlıkları ve diğerine duyulan sorumluluk…

*

İlerleyen yıllarda Anthony Giddens, egemen ilişki biçimini tarif etmek için “saf ilişki” tanımını öne sürecek, insanlar arasındaki ilişkiyi, her türden vaatsizliğiyle gevşek, kırılgan, çatlayan olarak adlandıracaktı. Bu ilişkinin ayırt edici özelliği, tüm gevşekliği, uçuculuğu içinde her an ilişkiden tek taraflı olarak feragat edilebilecek olmasıdır. Ne de olsa, taraflar ilişkiye duygularını yatırmazlar, yani riskli olanı yapmazlar. Böylesi bir akışkanlık ve esneklik, güvenilir bağların oluşmasını sabote etmekle kalmaz, aynı zamanda farklı farklı toplumsal ilişkinin de dokusunu örer. 

*

Zygmunt Bauman, 2000’lerdeki bir dizi çalışmasının bir parçasını oluşturan Akışkan Aşk adlı yapıtında, mültecileri, dokunulmaz, düşünülmez, hayal dahi edilemez olarak adlandırır. Gündüzleri neredeyse hiç ortalarda gözükmeyen, geceleri acı çekerek dolaşan mülteciler, toplumsal açıdan adeta birer “zombidirler.” Bir yersiz-yerde, ne vardırlar ne yok, varlıkları başkalarının varlığından kopmuş, kendi içine kapanmıştır. Bir “donmuş geçicilikte” kendi kendilerine vardırlar. 

*

Neredeyse bir yıldır yaptığım uzun yürüyüşlerde gözlemlediğim şu oldu: Sanki insanlar pandemi öncesine göre daha çok birbirlerinin gözlerini aranıyorlar, her fırsatta çok daha dikkatli ve uzunca bir süre birbirlerinin gözlerine bakıyorlar. Bu konuda ne düşündüğünü sorduğum bir yakınım şöyle bir yorumda bulunuyor: “Her göz göze geliş, belki de bir yardım çığlığı.” 

Bir diğerinin gözlerinde görülür olmanın emarelerini didikleyen insan! 

*

Travma yaratan bir felaket olarak pandemi, insan ilişkilerinin kırılganlığını daha da arttırmak bir yana, çok daha hayati sonuçları olan etkiler yaratmıyor mu? Toplumsal ilişkilerin geldiği noktada, yürekten bağlılığın ve karşılıklı güven ilişkisinin, zaten yıllar yılı aşınmasıyla oluşa gelen hasar bir yana, pandemiyle birlikte, diğerine güvenmek değil, bilakis güvenmemek, hatta diğerini sadece potansiyel bir tehlike/tehdit olarak algılamak, “ilişkinin” belki de ilişkisizliğin çekirdeği haline gelmedi mi/gelmiyor mu?

İnsanın görülebilirliği, yani diğeri için var olabilmesi için olmazsa olmazı, telafisiz bir biçimde hasar görmüyor mu? Başkası için bir yüzüm yoksa eğer, ben nasıl var olabilirim? 

*

Yer-olmayan yere fırlatılmış, adeta yekpare bir zamanda donup kalmış bizler, bırakın diğerinin sorumluluğunu üstlenmeyi, mütemadiyen koparak, kapanarak, kendi kendini tamamlayarak, kendi kendini tamamladığı için eksik kalmaya yazgılı olarak, neredeyse tam bir sıkışmışlık içinde, sadece muktedirlerin elektronik sistemleri, tepemizde dönenen helikopterleri, üzerimize yürüyen polisleri, haksız ve hukuksuz kararlarıyla mahkemeleri tarafından görülüyoruz.

*

Bauman, “zombiler” ifadesini kullandığında hayatımızda henüz pandemi diye bir felaket yoktu. Şimdi belki de, “zombiler” adlandırmasına daha geniş bir kesimi dahil etmek gerekiyor ve daha uzunca bir süre: bir felaketin fiili ve mümkün tüm mağdurlarını.