Prof. Dr. Mustafa Durmuş
Bu hafta işsizlik ve istihdam verileri açıklandı. TÜİK verilerine göre (1); geçen yılın Eylül ayı ile kıyaslandığında bu yıl işsizlik oranı 2,4 puanlık artış ile yüzde 13,8 seviyesinde gerçekleşti (tarım dışında yüzde 16,4). Böylece işsiz sayısı 817 bin kişi artarak 4 milyon 566 bin kişi oldu.
Aba altında sopa
İşsiz sayısındaki bu artış Asgari Ücret Tespit Komisyonundaki işveren temsilcisi tarafından asgari ücretin artırılmasına karşı bir gerekçe olarak kullanıldı. İşveren temsilcisi asgari ücretin enflasyon oranının (yüzde 12) üzerinde artırılması halinde işsizliğin daha da artacağını ileri sürdü.
Yani sermaye bir yandan devletçe kendilerine işçi başına verilen ücret desteğinin 100 liradan 200 liraya çıkartılmasını talep ederken, işçi sendikalarına aba altından sopa gösteriyor.
TÜRK-İŞ ise sözde “sosyal uzlaşı” görüntüsünün her zamanki konu mankenliğini yapmaktan öte bir işleve sahip değil. Türkiye işçi sınıfının böyle bir sendikal liderlikle temsil edilmesi (sınıfın içinde bulunduğu durumdan ötürü) haksızlık diyemesek de, büyük bir talihsizlik.
TÜİK: Yüzde 5,4 zam yeter!
Hükümetin asgari ücret zammı ile ilgili olarak nasıl bir öneride bulunacağının işaretini ise TÜİK verdi. Çünkü asgari ücretin en fazla 2.331 lira (ağır çalışma koşullarında çalışan işçiler için) olmasını önerdi (bu ücret ayda 352 avroya denk düşüyor).
Yani TÜİK mevcut asgari ücrete sadece yüzde 5,4 oranında zam yapılmasını yeterli buluyor. Çünkü kuruma göre çalışan bir işçinin yaşam maliyeti sadece yüzde 5,4 artmış. Oysa gerçek çok farklı. Çünkü son bir yılda sadece sebze ve meyve fiyatları yüzde 90 civarında, elektrik doğal gaz fiyatları ise yüzde 30- 40’ın üzerinde artmış durumda.
Uygulamada, şimdiye kadar hükümetlerin hep TÜİK’in önerisinin altında bir asgari ücret zammı yaptıkları dikkate alındığında, bu yıl da kural bozulmaz ve sermaye-devlet ortak kararı ile işçilerin ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak bir asgari ücret zammı gerçekleşirse sürpriz olmaz.
‘Yaşam ücreti’ ekonomik büyümeyi hızlandırır
Asgari ücretin yükseltilmesinin işletmelere zarar vermesi ancak kriz zamanlarda zor durumda kalan küçük ve orta ölçekli işletmeler açısından söz konusu olabilir. Ama bu da ücret sürümlü ve aşağıda sözünü edeceğimiz bir büyüme stratejisi altında talep artışlarıyla önlenebilir.
Diğer taraftan, asgari ücretin sosyal haklarla desteklenmiş yaşanılabilir bir ücret düzeyine çıkartılmasının ne ülke ekonomisini, ne devlet bütçesini, ne de istihdamı olumsuz etkilemediği, tersine bunlar üzerinde olumlu etkiler yarattığı yapılan çok sayıda bilimsel araştırma ile kanıtlanmış durumda. (2).
Çünkü “yaşam ücretiyle” yürütülen bir büyüme stratejisi; hem gelir bölüşümü eşitsizliğini azaltıcı, hem ekonomik toparlanmayı sağlayıcı ve büyümeyi hızlandırıcı, hem de büyümekte olan bir ekonomide vergi gelirlerini artırıcı niteliklere sahip bir strateji.
Bu strateji bu işlevini talep ve arz yönlü olarak yerine getirir. Talep yönlü olarak daha yüksek ücret, daha fazla harcama, dolayısıyla da daha fazla talep ve daha hızlı büyüme demek. Arz yönlü olarak daha yüksek ücret çalışanların mutluluğunu artırır, işçi sirkülasyonunu azaltır, böylece emek gücü verimliliğini artırır.
Asgari ücrete zam şampiyonu iki ülke: Bu yıl Meksika, geçen yıl İspanya
Bu yıl asgari ücreti en fazla artıran ülke Meksika oldu ve yüzde 20 zam yaptı. Bu ülkenin OECD içinde en düşük asgari ücret düzeyine sahip bir ülke olması nedeniyle “zaten bunun yapılması kaçınılmazdı” denilebilir. Bu haklı da olabilir zira her ne kadar bu ülkede enflasyon oranı bizdekinin üçte bir kadar olsa da, asgari ücreti bizdekinden düşük.
Bu nedenle de asgari ücreti bizdekinden daha yüksek olan bir ülkeden, İspanya’dan örnek vermek daha doğru olabilir.
İspanya devlet başkanı “zengin bir ülkeye yoksul bir asgari ücret düzeyi yakışmaz” deyip 2018 yılında asgari ücretin yüzde 22 oranında artırılmasını onayladı. Böylece brüt asgari ücret aylık 858,5 avrodan 1,050 avroya çıkartıldı. Üstelik bu ülkede işçilere bir yılda 12 yerine 14 maaş ödeniyor.
Türkiye’de brüt asgari ücret 386 avro, net 305 avro civarında. Yani asgari ücretli bir İspanyol işçi bizdekinden neredeyse üç kat daha fazla asgari ücret alıyor ve üstelik bunu yılda 14 maaş üzerinden alıyor.
İspanya’da enflasyon bizdekinin onda biri kadar
Belki “bu ülkede enflasyon bizdekinden çok daha fazladır, o nedenle de hükümet işçiyi enflasyona ezdirmek istememiştir” denilebilir. Ancak İspanya’da 2018 yılında enflasyon yüzde 1 civarındaydı, 2019’da ise binde 4’e kadar düştü. Asgari ücrette yapılan böyle bir artış ileri sürülenin aksine enflasyonu artırmadı, düşürdü.
Yani İspanya’da bizdekinin en az onda biri kadar düşük enflasyon söz konusu. Böylece emekçiler, özellikle de asgari ücretliler açısından hayat Türkiye’de İspanya’ya göre daha ucuz denilebilir.
İspanya’da asgari ücretin yükseltilme kararının alındığı yıl olan 2018 yılında ekonomi de mükemmel durumda değildi. Zira bu yılın ekonomik büyümesi sadece yüzde 2,5 idi ve bu bir önceki yıldan binde 5 daha düşüktü. 2019 yılında da ekonominin aşağı yukarı bu oranda büyümesi bekleniyor. Yani yüzde 22’lik asgari ücret artışı ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemedi.
Asgari ücret arttı, işsizlik düştü
“Ya işsizlik ne olmuş” diye sorulabilir. Çünkü bizde işverenler de, devlet de asgari ücret artışının işsizliği artıracağını ileri sürüyor. Oysa İspanya’da geçen yıl işsizlik oranı (aylara göre) ortalama yüzde 15,0 ila yüzde 16,7 arasında yani oldukça yüksekti. 2019 yılında ise işsizlik yüzde 13,9’a geriledi. Yani yüzde 22’lik asgari ücret artışı işsizliği artırmadı, tersine düşürdü.
Türkiye’de faizi düşürmek işsizliği azaltmadı
Bizde Hükümet (işçilerin ücretlerini yükselterek talep yaratmak yerine), faiz oranlarını indiriyor. Bunu yaparken de, ekonomide parasal bir genişleme yaratıp, böylece canlılık ve istihdam yaratmayı hedeflediğini açıklıyor. Peki, “bu faiz indirimleri beklendiği gibi yeni yatırımları teşvik edip, istihdamı artıyor mu, işsizliği azaltıyor mu?”
Ana akım ekonomi teorisi çerçevesinde (normal koşullarda) düşük faizin para-kredinin maliyetini düşüreceğinden daha fazla yatırımı, dolayısıyla da daha fazla istihdamı teşvik edeceği görüşü kabul edilir.
Ama bu bir şartla gerçekleşebilir: “Normal koşullar altında!” Koşullar normal dışı ise bu mekanizma işlemez. Bu durumu en iyi anlatan iktisatçı ise Keynes’tir. Keynes Genel Teori adlı meşhur kitabında bu konuda özetle şunları söyler (3):
“Yatırımları etkileyen iki faktör mevcuttur. Sermayenin marjinal etkinliği (ya da getirisi) ve güven. Güven ise çok önemlidir zira sermayenin getirisini etkiler”.
Güven, düşük faizden çok daha önemli
Bir başka anlatımla, ekonomiye ve siyasete olan güven her zaman iktisadi aktörlerin yani üreticilerin ve tüketicilerin öncelik verdikleri bir durum. Çünkü güven duygusu sermayenin marjinal etkinliği/getirisi üzerinde çok önemli bir etkiye sahip.
Bu tespit de neden Türkiye’de politika faizi oranlarında geçen yılın Eylül ayından bu yılın Eylül ayına kadar yüzde 24.00’den yüzde 16.50’ye, yani 7,5 puanlık (yüzde 31’in üzerinde) bir indirim yapılmasına rağmen istihdamın artmayıp, tersine azaldığını ve işsizliğin daha da arttığını anlatıyor.
Kısaca, faiz oranlarındaki indirimlerle bir finansal krizi önlemek mümkün olabilirse de, tek başına böyle indirimler yatırımlardaki, üretimdeki dolayısıyla da istihdamdaki azalmayı durdurmaya ve işsizlik artışını önleyemeye yetmiyor.
Keza ahbap-çavuş-akraba kapitalizmi içinde sermayeye verilen bunca mali teşvik ve onlara yönelik kurtarma operasyonları da ekonomiyi canlandırma ve istihdam yaratma ve işsizliği düşürme konusunda başarısız kalıyor.
Emekçilerin stratejisi ne olmalı?
Bu bağlamda sadece hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu, sosyal adaletin, böylece toplumsal barışın sağlandığı bir demokratik ortamda, yatırımların toplumsallaştırılarak sosyal olarak faydalı, doğayı tahrip etmeyen yatırımlar biçiminde yapılmasıyla ekonomi verimli bir biçimde sürdürülebilir olarak büyütülebilir. Böylece hem işsizlik ve yoksulluk azaltılabilir, hem de bölüşüm adaletli yapılabilir.
Buradan yola çıkarak emek örgütlerinin ve emekten yana siyasal parti ve hareketlerin adaletli bir bölüşümü hedefleyen ve doğayı tahrip etmeyen verimli bir ekonomik büyüme stratejisi olmalıdır.
Bu strateji altında; asgari ücretin, (sosyal haklarla desteklenen) yaşam ücreti düzeyine çıkartılması ve her türlü vergiden istisna tutulması ve ücretlerden SGK primi gibi primlerin kesilmemesi (bu primleri işçiler için işverenler ve devlet ödemeli) talep edilmeli.
Bu düzenlemeler nedeniyle ortaya çıkacak olan bütçe açığının, güvenlik harcamaları gibi verimsiz kamu harcamalarının kısılması ve zenginlerden alınan gelir ve kurumlar vergisi oranlarının artırılması ve zenginlerden servet vergisi alınması gibi mali önlemlerle kapatılması savunulmalı.
Son olarak işçi sendikalarını güçlendirecek ve toplu pazarlık sistemini etkinleştirecek yasal değişiklikleri de içeren bir demokratikleşme için mücadele edilmeli.
DİP NOTLAR:
(1) TÜİK, İşgücü İstatistikleri, Eylül 2019, http://www.tuik.gov.tr (16 Aralık 2019),
(2) Iyanatul Islam, “Minimum And Living Wages In Times Of Cuts”, http://www.social-europe.eu (17 October 2014) ; Johannes Schweighofer, “The German Minimum Wage – Will It Destroy Jobs?”, http://www.social-europe.eu (16 December 2013); Alan Manning, “Why Increasing The Minimum Wage Does Not Necessarily Reduce Employment, http://www.social-europe.eu (27 January 2014); Ronald Janssen, “Beware Of ‘The Economist’ Promoting Minimum Wages”, http://www.social-europe.eu (19 December 2013).
(3) John Maynard Keynes, Genel Teori-İstihdam , Faiz ve Paranın Genel Teorisi, İkinci Baskı, Kitap IV, Kısım 11, Kalkedon Yayınları, 2010, s.123-154.