Hacer Buyruk
Eylüldü; sonbaharı tanıdım ilkinden önce; yorgundu, durmadan yaprak döküyordu, kayısı ağaçlarını hâlâ anımsayan kurtarılmış gençliğime. Öptürmeden öpüyordu, sevmeden sevdiriyordu, yağmurdu ansızın, ıslak bir dündü, daha olduğu günde. Ansızın rüzgâra dönüyordu, kapıyı vakitsiz kapıyordu, daha geçmeden eşikten, sersem elleriyle dokunuyordu yüzüme, muhtemel ki, içinde bir yerleri ısırarak üflüyordu.
Uykusuz geçmiş bir gündüz, gözlerini çoktan almıştı elinden, hiçbir sevinç, hiçbir ışık onu bulmuyordu, dedim ya, yaprak döküyordu, önce güldürüp, sonra gülüşümü çalıyordu. Bazı geceler kitap okuyordu bana, mesela “Batık Obua”, evet öyle olmalı mutlaka, yanılmıyordum, sulara gömmüştü nefesini ve sevmeden sevilmeyi istiyordu. Bazı geceler şarkı söylüyordu, sanırım bir ağrısı tuttuğundan ve son namesiyle birlikte sıyrılıp yorgandan, bana benzeyen nü kadınların resmini bulup gösteriyordu, yatağa getirdiği ağırca bir tablo katalogundan.
Geçmişti işte, içinde olduğum bir zaman olsa da. Kiler koklamaktı, baharat tatmaktı, birkaç hasat öncesinde doldurulmuş ve artık bir türlü pişmeyen nohutlara terk edilmiş, durdukça hamlaşan hazin bir çuvaldı. Burada ve fakat uzak zamanlara dair, onda sadece bir anı, benim içinse yakıcı, ağır ve arzuma ket vuran, uzak desem daha iyi anlatacağım, garip bir yakınlıktı.
Aylardan böyle bir aydı işte, Eylül dündü ömrüme, Nisandan önce. Eylül erkekti, Nisan erkek.
./.
Nisanın delikanlı bir tadı var, çünkü delikanlı. Kendine benzetiyor tutsa, isterse ki kurumuş dalı. Ben de girdim çekime, tutuldum tutulduğu gibi göktaşları, 2 ışık yılı öteden yüzerek geldim benzemek istediğime, uzayı; anlıyorum, şerham şerham bahar olmaklığı.
Soyuttum onu, tek parça giydiğinden. Sürdüm dilimi sırtındaki kanat kanat esmeliğinden esmer dövmelere; bir kitap, bir şarkı, peşim sıra gökten inen bir yıldızdan alev aldı; yaktı ve fakat yanmadı delikanlı. Serptim kalan küllerimi önceki ömrümden, kayra teninin üzerine; uzun, upuzun ve muhteşem bedeni, geçmişimden oyulmuş bir anıt olsun diye mermerden.
Övgülerle anacağım, övgülerle, amber kokularından, balların tadından, çoğullardan biricik alınıp biçilmiş çünkü teninin kumaşı. Öpüşlerimin üstüne doğru fırıl fırıl dönerek katılıyor ayinime, sırtını üflüyor pervane, o yatıyor hâlâ yüzüstü, öylece; izliyorum hayranlık ve delilik arasında bir yerde. İz, bir iz düşer mutlaka uçmayı deneyen rüyalarımın üstüne, göğsüme sirayet eden sırtındaki kanat dövmeden, bi iz, bir baş dönmesiyle. Sesini duyuyorum yağmurun içinden, ıslak yeleleri ürpermekte, bir at kişniyor ve bir tay doğuyor geceye.