Prof. Dr. Boratav: Türkiye toplumsal kriz aşamasına girdi

Halit Elçi

Prof. Dr. Korkut Boratav, Türkiye’de krizin güven, döviz, ekonomik ve toplumsal kriz olarak 4 aşamada yaşandığını belirterek Türkiye’nin şu an 4’üncü aşamaya yani toplumsal kriz dönemine girdiğini söyledi. Boratav, “Toplumsal krizde de esas olarak Türkiyeli emekçilerin hem gelir düzeyinin çökmesini, yoksullaşmasını, hem de işsizliğin çarpıcı boyutta, geçmiş krizlerde görülmemiş biçimde yükseldiğini görüyorum” dedi.

HDP’nin “Ekonomi Kriz, Bütçe ve Seçeneklerimiz” temasıyla düzenlediği Ekonomi Konferansı katılımcıların konuşmalarıyla devam ediyor. Konferansın 1. Oturumunda Prof. Korkut Boratav, “Ekonomik Krizin Aşamaları” başlıklı sunum yaptı.  Türkiye’deki krizin dört aşamalı olduğunu ifade eden Boratav, “Güven bunalımı döviz krizine dönüştü, ekonomik krizi de tetikledi ve ekonomik kriz toplumsal krize yol açtı. Toplumsal krizde de esas olarak Türkiyeli emekçilerin hem gelir düzeyinin çökmesini, yoksullaşmasını, hem de işsizliğin çarpıcı boyutta, geçmiş krizlerde görülmemiş biçimde yükseldiğini görüyorum” dedi. “Berat Albayrak’ın yüzde 5 diye uydurma bir 2020 rakamı koyması da tamamen yanlış ve hesapsız bir iştir. Aşağı yukarı göz boyamacadır.” diyen Boratav, istihdam ve gelir aşınmasının hayata taşıdığı toplumsal krizin maalesef 2020 ve sonrasında da devam edeceğini söyledi.

‘Türkiye’deki kriz dördüncü aşamada’

Boratav’ın konuşmasına şöyle devam etti:  “Türkiye’nin şu anda içinde yaşamakta olduğu krizin aşamalarına değineceğim. Türkiye 2018’in ikinci yarısında bugün yaşadığımız krize sürüklendi. Bu krizin 4 aşamada seyrettiğini düşünüyorum. Şu anda 4’üncü aşamaya girmiş durumdayız. Bu aşamaları şöyle sınıfladım: Güven krizi, Döviz krizi, Ekonomik kriz, Toplumsal kriz. İlk aşamayı güven bunalımı, krizi olarak tanımladım. Değerli izleyicilerim şu soruyu soruyor: Ne güveni? Güven, bir ekonominin, bir toplumun sarsılmasına nasıl etki yapabilir? Bunun cevabı kısaca şudur: Eğer Türkiye gibi emperyalist sistemin merkezinde değil, çevresinde yer alan bağımlı bir ekonomiyseniz, bir anlamda, emperyalist sistemin merkezinde yer alan, çağdaş emperyalizmin belirleyici unsuru olan, finans kapitalin güvenini de şu veya bu şekilde kazanmak zorundasınız. Eğer o güvenin şu veya bu şekilde hafiflediği veya sarsıldığı anda ayakta durma yeteneklerini koruyabilmişseniz, bir yerde göze alabilirsiniz. Yani dış dünyada esen olumsuz rüzgarlar bütün çevre ekonomilerini ve bu arada Türkiye’yi de, etkisi altına alacakken dahi sarsılmayı frenleyecek özellikleri inşa etmemişseniz bunalıma sürüklenirsiniz.”

‘Türkiye kırılgan 5’liler listesinin daimi üyesi oldu’

Boratav, Türkiye’nin 2018’in ortalarına gelindiğinde, dünya kapitalist sisteminin çevresinde yer alan kendilerine yükselen piyasa ekonomileri denilen ülkeler grubunun içinde bir süreden beri takip edilen en kırılgan ülkeler listesinin, hatta ‘Kırılgan 5’liler’ diye sınıflanan bir listenin daimi üyesi olduğunu söyledi. Boratav, kırılganlığı şu şekilde açıkladı: “Ekonominin bütün dış ve iç göstergeleri fevkalade kırılgandı. Bu ne anlama geliyor? Sistemin merkezindeki finans kapitalin güveni ülkeye dönük olarak sarsıldığı zaman, veya genel bir olumsuzluk ortamı doğduğu zaman en sert etkilenecek ülkelerden birisiniz anlamına geliyor.”

‘Kurallar uluslararası finans sermayesinin denetimindedir’

AKP iktidarında bu işlevi üstlenen bazı oyuncuların, bazı yöneticilerin daima var olduğunu söyleyen Boratav, şunları kaydetti: “Bunların ana görevi, finans sermayesiyle yakın ilişkilerini sürdürürler, iletişimleri sıkıdır, ekonominin ana yönetim kurallarını da finans kapitalin ve onun üst organları olan IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların öncelikleri doğrultusunda sürdürmeye çalışırlar. Merkez Bankası yönetimi böyledir mesela. Getirilen kurallar Türkiye Cumhuriyeti’nin değil, uluslararası finans sermayesinin denetimindedir. O yüzden özerk olması istenir.”

İkincisi, siyasi iktidarın da belirli kilit noktalarını oluşturan kişiler de bu işlevi gören yetkililerin olması lazımdır” diyen Boratav, buna örnek olarak ise Ali Babacan ve Mehmet Şimşek örneklerini verdi. “Bunlar “sağduyunun temsilcileri” olarak siyasi iktidardan gelen pürüzleri dış dünyada giderme, hafifletme işlevlerini üstlenirlerdi.”  dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim sonrası Mehmet Şimşek’i görevden alıp yerine damadını getirdiğini hatırlatan Boratav, “İşte o noktada güven krizi patlak verdi. Seçim sonrasında, bir güven ortamının oluşması gereken koşullara rağmen, Türkiye güven bunalımını döviz krizine sürükledi. Ağustos’ta döviz krizi zirve noktasına çıktı. Yani rakam olarak vereyim, Nisan’da 4 liradan, yani bu çatlak söylem çıkmadan önceki dönemeçte, Ağustos’un sonunda dolar 6,55 Türk Lirasına çıktı.”

Türkiye ekonomisinin kırılganlığının, döviz krizini ekonomik krize sürüklediğini söyleyen Boratav, “ Türk Lirası ile satış yapan ama borçları dövizle olan bütün sektörler, inşaat sektörü başta olmak üzere, bunalıma sürüklenir. İnşaat sektörünün bunalımı bankaları riske soktu. 2018’in Ağustos’la başlayan 5 ayında Türkiye ekonomisinden ilk defa net sermaye çıkışı oldu. Yani Türkiye geçmişte birikmiş borçlarının anaparasını ödemeye başladı. Ve vadesi gelen borçlar yenilenmedi, döndürülmedi, bir de Borsa’dan Türk Lirasına bağlanmış olan kağıttan varlıklar satıldı, dövize çevrilerek dışarı çıktı. İşte net sermaye çıkışının sert darbesi ekonomik krizle birleşerek Türkiye’yi 2019’a getirdi.” dedi.

‘Ekonomik kriz 12 ayı kapsadı’

Boratav, resmi istatistiklerin 2018’in son 3 ayında ve 2019’un ilk 6 ayında ekonominin küçüldüğünü söylediğini belirterek, “Yüzde 2,2 resmi istatistiklere göre. Ben ve birçok meslektaşım TÜİK’in resmi istatistiklerine güvenmiyoruz. Enflasyon istatistiklerine de hiç güvenilmediğini biliyoruz. İlaveten de ben milli gelir istatistiklerine güvenmeyenlerden biriyim. Ama son tahlilde kullanmak zorundayız bu rakamları. Alternatifini üretme imkanımız yok. Yani ekonomik kriz 9 ay boyunca sürdü. Büyük ihtimalle 12 ayı da kapsadı. Son rakamlar bize şunu gösteriyor: 2019’un 3. üç ayında, Temmuz-Ağustos-Eylül 2019’da, sanayi gerilemektedir. Hizmetler sektörü gerilemektedir. İnşaat sektörü de dramatik şekilde gerilemektedir. Ve sermaye birikim oranı da çok dramatik şekilde düşmektedir. Bu, ekonomik krizin büyük ölçüde bugüne kadar sürdüğünü gösteriyor.”

‘Yoksullaşma görülmemiş biçimde yükseliyor’

Güven bunalımının döviz krizine dönüştüğünü, ekonomik krizi de tetiklediğini ve ekonomik krizin de  toplumsal krize yol açtığına vurgu yapan Boratav, “Toplumsal krizde de esas olarak Türkiyeli emekçilerin hem gelir düzeyinin çökmesini, yoksullaşmasını, hem de işsizliğin çarpıcı boyutta, geçmiş krizlerde görülmemiş biçimde yükseldiğini görüyorum” diye kaydetti.

Toplumsal krizin bitmediğini ve devam ettiğine dikkat çekerek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Çünkü ekonominin daralması son bulsa dahi, diyelim ki 2019’un son 3 ayında daralma son bulsa dahi işsizlik son bulmayacaktır. İşsizliğin son bulması için Türkiye ekonomisinin bazı tahminlere göre, en az yüzde 5 büyümeyi sürdürmesi lazımdır. İki kaynaktan gelen işsizlik maalesef devam etmektedir. Birinci kaynak; istihdamdaki azalma, yani çalışan insanların işsizleşmesi. Bu devam ediyor. Son istatistiklerde dahi düşmektedir. Çalışan insanın kapı önüne konması işsiz sayısını arttırıyor. İkinci kaynak; sadece genç nüfus değil, işgücü piyasasına yeni katılan ek nüfus ile de emek arzı artmaktadır. Bu iki ögeyi de istihdama sürükleyecek büyüme hızı yüzde 5’in altında olmamalıdır.”

Her türlü hesap ve son milli gelir verilerinin, Türkiye’nin, önümüzdeki dönemde yeni bir kriz dalgası patlak vermese dahi, yüzde 3’lük büyüme oranını tutturamayacağını ortaya koyduğuna vurgu yapan Boratav, bütün uluslararası tahminlerin bu doğrultuda olduğunu söyledi.

Prof. Korkut Boratav’ın yaptığı konuşmanın tamamı şöyle:

Türkiye’nin şu anda içinde yaşamakta olduğu krizin aşamalarına değineceğim.

Türkiye 2018’in ikinci yarısında bugün yaşadığımız krize sürüklendi. Bu krizin 4 aşamada seyrettiğini düşünüyorum. Şu anda 4. Aşamaya girmiş durumdayız. Bu aşamaları şöyle sınıfladım:

  1. Güven krizi,
  2. Döviz krizi,
  3. Ekonomik kriz,
  4. Toplumsal kriz.

İlk aşamayı güven bunalımı, krizi olarak tanımladım. Değerli izleyicilerim şu soruyu soruyor: Ne güveni? Güven, bir ekonominin, bir toplumun sarsılmasına nasıl etki yapabilir?

Bunun cevabı kısaca şudur: Eğer Türkiye gibi emperyalist sistemin merkezinde değil, çevresinde yer alan bağımlı bir ekonomiyseniz, bir anlamda, emperyalist sistemin merkezinde yer alan, çağdaş emperyalizmin belirleyici unsuru olan, finans kapitalin güvenini de şu veya bu şekilde kazanmak zorundasınız. Eğer o güvenin şu veya bu şekilde hafiflediği veya sarsıldığı anda ayakta durma yeteneklerini koruyabilmişseniz, bir yerde göze alabilirsiniz. Yani dış dünyada esen olumsuz rüzgarlar bütün çevre ekonomilerini ve bu arada Türkiye’yi de, etkisi altına alacakken dahi sarsılmayı frenleyecek özellikleri inşa etmemişseniz bunalıma sürüklenirsiniz.

Bunun geçmiş örnekleri var. Eğer ABD Devlet Başkanı 1-2 ay önce “Sizi mahvedebilirim” diyorsa bir ülkeye, bu şu anlama geliyor: Başta ABD’nin en üst makamı olmak üzere, sistemin merkezinde oluşan Amerikan kapitalizminin finans sermayesinin güvenini sürdürmeye mahkumsunuz. Aksi halde sizi çökertirler.

İşte o konumda olduğu için güven bunalımından sert biçimde etkileniyor. Türkiye 2018’in ortalarına geldiğimizde, dünya kapitalist sisteminin çevresinde yer alan kendilerine yükselen piyasa ekonomileri denilen ülkeler grubunun içinde bir süreden beri takip edilen en kırılgan ülkeler listesinin, hatta Kırılgan 5’liler diye sınıflanan bir listenin daimi üyesi olmuştu. Ekonominin bütün dış ve iç göstergeleri fevkalade kırılgandı. Bu ne anlama geliyor? Sistemin merkezindeki finans kapitalin güveni ülkeye dönük olarak sarsıldığı zaman veya genel bir olumsuzluk ortamı doğduğu zaman en sert etkilenecek ülkelerden birisiniz anlamına geliyor.

Peki niye o zaman bu güven krizi patlak verdi? Patlak vermesinin bir nedenini söyledim: Zaten çok kırılgandınız! Eğer çok kırılgansanız, sizin o krizi tetikleyecek olan aktörleri izlemeniz lazım.

Türkiye’de, AKP iktidarında bu işlevi üstlenen bazı oyuncular, bazı yöneticiler daima var olmuştur. Bunların ana görevi, finans sermayesiyle yakın ilişkilerini sürdürürler, iletişimleri sıkıdır, ekonominin ana yönetim kurallarını da finans kapitalin ve onun üst organları olan IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların öncelikleri doğrultusunda sürdürmeye çalışırlar. Merkez Bankası yönetimi böyledir mesela. Getirilen kurallar Türkiye Cumhuriyeti’nin değil, uluslararası finans sermayesinin denetimindedir. O yüzden özerk olması istenir.

İkincisi, siyasi iktidarın da belirli kilit noktalarını oluşturan kişiler de bu işlevi gören yetkililerin olması lazımdır. Ben sizlerin bildiği bir şeyi tekrarlayayım, bu işlevin simge örneklerinden biri Ali Babacan’dı. Bu işi 2015’ten sonra da Mehmet Şimşek üstlendi. Bunlar “sağduyunun temsilcileri” olarak siyasi iktidardan gelen pürüzleri dış dünyada giderme, hafifletme işlevlerini üstlenirlerdi. Bir de finans kapitalin Türkiye’ye empoze ettiği temel kuralların takibini gözetmeye çalışırlardı. Bir ölçüde başarılı da olurlardı.

2018’in ortalarına doğru, bizim siyasi iktidarın en tepesinde oturan zatı muhterem, yani Cumhurbaşkanı birden bire garip bir söylem tutturdu. Durduğu yerde finans kapitalle kavgaya başladı. Bu kavganın ögelerini biliyorsunuz. “Faiz enflasyonun nedenidir” dedi, ısrarla! Arkasından “Merkez Bankası niçin özerk olmalı? Önümüzdeki dönem Cumhurbaşkanlığına gelirsem Merkez Bankası’nın özerkliğini dikkate almayabilirim” dedi, açık seçik olarak. Arkasından Türkiye’den dışarıya sermaye kaçıran iş çevrelerini ihanetle suçladı.

Bunların hepsi, finans kapitalin Türkiye’ye empoze etmeye çalıştığı temel kuralların ihlalidir.

Bir; enflasyonla ilgili bir doktrin vardır: Parasal daralma bağımlı çevre ülkelerinin genel ilkesi olmalıdır? Yani enflasyonun üstünde faiz, sıkı kemer.

İki; Merkez Bankası özerk olmalıdır ki, bizim denetimimizde gözetimimizde olsun. Giren çıkan finans sermayesinin güvencesi ancak o sayede sağlanır.

Üç; eğer sen kendi vatandaşlarını sermaye çıkışı nedeniyle ihanetle suçlarsan, o zaman her türlü sermaye hareketini önleme, engelleme opsiyonunu kafanda tutuyorsun demektir. Çağdaş finans kapitalin ilk kurallarından biri, sermaye hareketlerinin sınırsız serbestliğidir.

Kıpırdamalar başladı! Ne oluyor acaba? Fakat şöyle bir duygu da hakim: Seçim geliyor; beşer şaşar, sonunda düzelir! Zaten hep sonunda düzelmiştir. AKP’nin kazandığı her seçimden sonra borsa yükselmiştir. Ekonominin emin ellerde olduğuna güvenmişlerdir. Bu seçimde de bu beklendi. Cumhurbaşkanının bu güven bunalımını örnekleyen şu sözlerini hatırlatayım: Seçimden hemen önce, Mayıs’ta Londra’da finans çevreleriyle bir söyleşi yaptı. Orada açıkça, “Bunu öğrenin artık, yüksek enflasyonun nedeni faizdir” dedi. Yani ders vermeye kalktı. Ondan sonra güven sarsıldı.

Yine bir beklenti var, seçim geçer, işler düzelir! Hayır! Seçim geçtikten sonra Mehmet Şimşek’i görevden aldı, yerine damadını getirdi. İşte o noktada güven krizi patlak verdi. Seçim sonrasında, bir güven ortamının oluşması gereken koşullara rağmen, Türkiye güven bunalımını döviz krizine sürükledi. Ağustos’ta döviz krizi zirve noktasına çıktı. Yani rakam olarak vereyim, Nisan’da 4 liradan, yani bu çatlak söylem çıkmadan önceki dönemeçte, Ağustos’un sonunda dolar 6,55 Türk Lirasına çıktı.

Türkiye ekonomisinin kırılganlığı, döviz krizini ekonomik krize sürükledi. Ağustos’tan sonra, Eylül ve Ekim’den itibaren, üretimdeki daralma, çökme… Eğer dış bağımlılığınız öyle bir noktaya gelmişse, Türk Lirası ile ciro yapan, satış yapan bütün firmalar -Ki mesela inşaat sektörünün büyük bölümü böyledir. İnşaat sektörü Türkiye’de yerleşir, gelir elde edecekse ihracat yapmaz, Türk Lirası ile kazancı vardır: Kiraları, geçiş ücretleri, otoyol geçişleri, köprü geçişleri, AVM dükkan kiraları Türk Liralıdır. Daha doğrusu kiraları dolarlıdır ama satış Türk Lirasıyladır. AVM’deki dükkanı uluslararası ihracata açamazsın ki! Arada bir turist gelir, gider. O kadar! – Dolayısıyla Türk Lirası ile satış yapan ama borçları dövizle olan bütün sektörler, inşaat sektörü başta olmak üzere, bunalıma sürüklenir. İnşaat sektörünün bunalımı bankaları riske soktu.

2018’in Ağustos’la başlayan 5 ayında Türkiye ekonomisinden ilk defa net sermaye çıkışı oldu. Yani Türkiye geçmişte birikmiş borçlarının anaparasını ödemeye başladı. Ve vadesi gelen borçlar yenilenmedi, döndürülmedi, bir de Borsa’dan Türk Lirasına bağlanmış olan kağıttan varlıklar satıldı, dövize çevrilerek dışarı çıktı. İşte net sermaye çıkışının sert darbesi ekonomik krizle birleşerek Türkiye’yi 2019’a getirdi.

2019’un ilk 6 ayı boyunca kesinlikle, ve büyük ihtimalle, ilk 9 ayı boyunca büyük ölçüde ekonomik kriz devam etti. Milli Gelir istatistiklerine bakarsak, Eylül 2019’da ekonominin küçülmesi son bulmuştur. Ama eğer alt dökümüne bakarsanız, son 3 ayı daha görmedik, Temmuz-Ağustos-Eylül döneminde küçülme devam ediyordur.

Yani resmi istatistikler bize şunu gösteriyor: 2018’in son 3 ayında, ve 2019’un ilk 6 ayında ekonomi küçülmüştür. Yüzde 2,2 resmi istatistiklere göre. Ben ve birçok meslektaşım TÜİK’in resmi istatistiklerine güvenmiyoruz. Enflasyon istatistiklerine de hiç güvenilmediğini biliyoruz. İlaveten de ben milli gelir istatistiklerine güvenmeyenlerden biriyim. Ama son tahlilde kullanmak zorundayız bu rakamları. Alternatifini üretme imkanımız yok.

Yani ekonomik kriz 9 ay boyunca sürdü. Büyük ihtimalle 12 ayı da kapsadı.

Son rakamlar bize şunu gösteriyor: 2019’un 3. üç ayında, Temmuz-Ağustos-Eylül 2019’da, sanayi gerilemektedir. Hizmetler sektörü gerilemektedir. İnşaat sektörü de dramatik şekilde gerilemektedir. Ve sermaye birikim oranı da çok dramatik şekilde düşmektedir. Bu, ekonomik krizin büyük ölçüde bugüne kadar sürdüğünü gösteriyor.

Şimdi geliyorum son ögeye… Dört kriz demiştim. Güven bunalımı döviz krizine dönüştü, ekonomik krizi de tetikledi ve ekonomik kriz toplumsal krize yol açtı. Toplumsal krizde de esas olarak Türkiyeli emekçilerin hem gelir düzeyinin çökmesini, yoksullaşmasını, hem de işsizliğin çarpıcı boyutta, geçmiş krizlerde görülmemiş biçimde yükseldiğini görüyorum.

Şunu söylemekle konuşmama son vereyim: Toplumsal kriz bitmemiştir ve devam etmektedir. Çünkü ekonominin daralması son bulsa dahi, diyelim ki 2019’un son 3 ayında daralma son bulsa dahi işsizlik son bulmayacaktır. İşsizliğin son bulması için Türkiye ekonomisinin bazı tahminlere göre, en az yüzde 5 büyümeyi sürdürmesi lazımdır. İki kaynaktan gelen işsizlik maalesef devam etmektedir. Birinci kaynak; istihdamdaki azalma, yani çalışan insanların işsizleşmesi. Bu devam ediyor. Son istatistiklerde dahi düşmektedir. Çalışan insanın kapı önüne konması işsiz sayısını arttırıyor.

İkinci kaynak; sadece genç nüfus değil, işgücü piyasasına yeni katılan ek nüfus ile de emek arzı artmaktadır. Bu iki ögeyi de istihdama sürükleyecek büyüme hızı yüzde 5’in altında olmamalıdır.

Her türlü hesap ve son milli gelir verileri, Türkiye’nin, önümüzdeki dönemde yeni bir kriz dalgası patlak vermese dahi, yüzde 3’lük büyüme oranını tutturamayacağını ortaya koymaktadır. Bütün uluslararası tahminler bu doğrultudadır.

Berat Albayrak’ın yüzde 5 diye uydurma bir 2020 rakamı koyması da tamamen yanlış ve hesapsız bir iştir. Aşağı yukarı göz boyamacadır. İstihdam ve gelir aşınmasının hayata taşıdığı toplumsal kriz maalesef 2020 ve sonrasında devam edecektir.