Yoksulluk nafakasının kaldırılması veya süreye bağlanması politik bir tercihtir. Tercih edilen de yaşamın daha muhafazakar bir yapıya kavuşturulması için kadınların boşanma düşüncelerinin yok edilmesidir.
Mustafa Karadağ
Yoksulluk nafakası TMK’nun 175. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.
176. maddeye göre de nafaka aylıklar halinde ödenebileceği gibi nafakanın toptan ödenmesine karar verilebilir. Mahkemece hükmedilen yoksulluk nafakası, nafaka alacaklısının yeniden evlenmesi veya tarafların birisinin ölmesiyle kendiliğinden, nafaka alacaklısının evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi birisiyle yaşaması, yoksulluğun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi halinde mahkeme kararıyla ortadan kalkar. Daha sonra değişen duruma göre nafakanın azaltılması veya artırılması da mümkün.
İşin yasal boyutu böyle, yani sonsuza kadar nafaka ödenecek diye bir şey yok aslında. Halin icabına göre mahkeme her zaman yoksulluk nafakasıyla ilgili bir karar verebilir. Ayrıca yasa nafaka konusunda cinsiyet ayrımı da yapmamıştır, ama hepimiz biliyoruz ki kaldırılmak istenen nafaka kadının nafakasıdır.
Burada asıl durup düşünülmesi gereken işin sosyal ve siyasal boyutudur. İlk olarak söylemek gerekir ki kadının çalışma hayatından çıkarılmasına çalışıldığı, evde ütü, temizlik, yemek yapan, çocuklarına bakan bir rol model haline getirildiği bir dönemde bu değişikliklerin dillendirilip, yargı reformu kapsamında iyi bir şeymiş gibi sunulması manidardır.
İktidarın yapmak istediği şey, yanlışlıkla, zamanın ruhuna yenik düşerek, ilk olarak imzaladığı İstanbul Sözleşmesini bir şekilde bertaraf etmek, kadını ikincil yurttaş statüsüne itmek.
Konunun daha iyi anlaşılması için yoksulluk nafakasının ortadan kaldırılması isteğini, çocuk evliliklerine olanak sağlanması ve istismarcıların örtülü olarak affedilmesi sonucunu doğuracak şekilde kadının kendine tecavüz edenle evlenmesi düzenlemesiyle birlikte değerlendirmek gerekir. Netice itibariyle yasalar politik bir tercih olduğuna göre yoksulluk nafakasının kaldırılması veya süreye bağlanması da politik bir tercihtir. Tercih edilen de yaşamın daha muhafazakar bir yapıya kavuşturulması için kadınların boşanma düşüncelerinin yok edilmesidir.
Sosyal devlet ilkesinin sadakacı devlete evrildiği bir zamanda, işsizlik oranı bu kadar fazla iken nafakanın süreye bağlanması isteği anılan politik tercihin konusudur. Kadınların merdiven altı atölyelerde sosyal güvenceden yoksun olarak çalışmaya zorlanmasıdır. Kadın emeğinin en kolay sömürülen emek olarak düşünülmesinin bir sonucudur.
Birlikte düşünülmesi gereken başka bir şey de tecavüzlerin, istismarların konuşulmasının önüne geçilmesi, gizli tutulma arzusudur. Ya da değinmek istediğimiz konuların hepsi gerici ve İslamcı ideolojinin ürünüdür. Bu nedenle hep beraber düşünülüp değerlendirilmesinde zorunluluk vardır. Bir erkeğin sürekli gidip geldiği yerlerde ayrı ayrı “karılarının” olmasının normalleştirilmeye çalışıldığı, çocukların “9 yaşında evlenebilecekleri” fetvalarının verildiği, laiklik ilkesinin yok edilmesine tevessül edildiği ve eylemli olarak başarıldığı, henüz idrak çağında dahi olmayan ilkokul öğrencilerinin toplu namazlara götürüldüğü, milli eğitim müdürlüklerinin tarikatlarla, müftülüklerle ortak dini eğitim protokolleri yaptığı bir ülkede özellikle kadınların nafakalarının kaldırılmaya ya da sınırlandırılmaya çalışılmasının başka bir izahı olamaz. Bir daha söylemek gerekirse politiktir, ideolojiktir.
Hele 3. Uluslararası İslam Konferansında “Asrika İslam Devletler Birliği” anayasasının açıklanması, başkentinin ve başkanının açıklanması politik tercihin yönünü bize tüm netliğiyle anlatmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi rejiminin Dünya literatüründe olmayan, demokrasilerde eşi benzeri görülmeyen bütün yetkinin tek adama verildiği bir “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olması aslında bize otokratik bir yönetim biçimimizin olduğunu söylüyor. İki cümleyi beraber okuduğumuzda ise götürülmek istendiğimiz yerin ya da Türkiye için düşünülen yakın gelecekteki rejimin İslamcı bir teokrasi olduğu gerçeğini daha net anlayabiliriz.
Üstüne bir de AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanının yargıçlara, “kanuna bakmayın vicdanınıza bakın” sözleriyle seslendiğini, “İslam bize değil biz İslama uyacağız” beyanını koyduğunuzda aslında bizlere sürekli olarak subliminal değil açıkça bir gelecek mesajı verildiğini görürüz.
Sonuç olarak; Laik, sosyal, hukuk devleti ilkelerinin hakim olduğu demokratik cumhuriyetlerde nafaka, bir sadaka değil haktır.