Akın Olgun
Her olasılığın tam ortasında duruyoruz. Bedenimize, ruhumuza yüklenen şiddetin acıları, görüntüleri birbirimize ayna tutuyor. Nereye dönsek hep aynı yüz, başparmağını sallayarak “öyle bırakmam sizi” diyor.
Bırakmıyor da.
Caddelerden sokaklara, sokaklardan evlerin kapısına dayanmış olan kötülük, “aç kapıyı aç” diyerek tekmeler savuruyor.
Çocuklar korku ile kaçışıyorlar.
Çocuklar o kötülüğün elinde sürüklenip, kafasına dayanan silahın soğuk namlusu ile tanışıyorlar. Artık her kışın kar soğuğu bir eğlenceye dönüşmeyecek onlar için. Kafalarına dayanan silahın soğukluğunu hissedecekler ruhlarının en derinliklerinde.
Tehditler kol geziyor.
“Öleceksiniz” diyor.
“Bir gece ansızın gelebiliriz” diyor.
“Çok yakında hesabınız görülecek” diyor.
En tepedekilerin ağzından dökülen nefret, en aşağıdakilerin elinde bir silaha dönüşüyor. Her şeyi gözümüze, gözümüze sokup, arka kapıdan sırtları sıvazlanarak salınanlar işte onlar. Gücü elinde tutanların, örtülü ödenek tetikçileri yani.
Gün oluyor bir çocuğun eline silah verip, “vatan, bayrak” diyerek bir aydının ensesine mermi düşürtüyorlar. Gün oluyor bir gazete binasının altına bomba koydurtuyorlar. Gün oluyor “adalet” diyenlerin sırtına bıçak sallatıyorlar. Gün oluyor eline pala tutuşturup sokağa hücum ettiriyorlar ve gün oluyor “yakın, yakın” diyen sese dönüştürüyor ve hep beraber üstüne istiklal marşı okutturup, ezan dinlettiriyorlar.
Sonra bir başka tehditte karşımıza çıkıp, karanlığın içinden önümüze fırlıyorlar.
Sonra “gömdürmeyiz” diyen seslerin içinde canlanıyor, “gömdükleri yerden çıkartıp yakarız” diyen bir başka sesle toprağın altındaki ölü bir bedene uzanıyorlar. Ölü bir bedeni, toprağın altından çıkarmaya ant içenler artık kapı komşumuzlar!
Ellerinde listeler, listelerde isimler ve kendisi gibi düşünmeyenlere, bakmayanlara, görmeyenlere “katli vacip” ilanı verip, “ Komünistler cami bombaladı” diyerek katliama çağıran eski kontra akrabalarına göz kırpıyorlar.
Korunmasız, savunmasız ve en kötüsü hiçbir şey yapamayız duygusu ile kötülüğün öncelikli kurbanı olmamak için sessiz bir bekleyişin tam ortasında duruyoruz biz de.
“İstiklal marşı okuyun, haydi hep beraber okuyalım” seslenişlerine eşlik eden ezan, dua seansları içerisinde kendimize telaşla bir yer açmaya çalışıyoruz.
“Aman başıma bir şey gelmesin” diyerek balkondan, pencerelerden bayrak sallandırma güdümüzün içine kaynaşmış olan iktidarla tek bedende yaşar haldeyiz adeta.
İçimizi ne kadar açarsak, o kadar abanıyorlar. Ellerini, dillerini bedenlerimizde dolandırıyor, etimizi siyaha kesiyorlar. Uğradığımız şiddeti hiçbir elbise örtmüyor artık. Kapadıkça, gizledikçe içerden kanayıp, tükeniyoruz.
Çoluğa, çocuğa musallat olan ve bunu korkusuzca ekranlarda ilan eden güruhun elindeki güç yönetiyor sinsice hayatımızı. Tecavüzcüler atıyor gazete manşetlerini. Haber mutfaklarında her gün bir cinayet işliyor ve sonra parçalara ayırdıkları bedenleri önümüze atıyorlar. Öyle de rahatlar! Kanlı masalarının üzerine serip gazetelerini, ekmek bandırıyorlar topluca yemeklerine.
Hrant’ı katlettiler şimdi onun anısına, anısına sahip çıkanların kapısına “bir gece ansızın” notu bırakıyorlar.
“Ansızın” sözü tüm kanlı pusuların devlet kodudur çünkü.
Kerinçsiz o kodla boy göstermişti.
Hrant’ı işaret edip, püsküllü bıyıklarının arasından “ansızın” diye tıslıyor, peşine taktığı güruha yuhalatıyor, gazete manşetlerine yedirilen nefret söylemlerini coşturuyor, köşelerden, haber kanallarından aldığı ideolojik destekle en öne fırlayıp “hain var” diyerek linçe çağrı yapıyordu. Veli Küçük, geniş çerçeveli gözlüklerinin ardından sırtını pışpışlıyor, “yürü” çekiyordu.
Hrant katledildi.
Kerinçsiz “Allah uzun ömürler versin” resmiyetiyle yaşıyor.
Hrant Katledildi.
Veli Küçük “aldatıldık” anlaşmasından kaptığı itibarla, yine geniş çerçeveli gözlüklerinin arkasından “bir gece ansızın gelebiliriz” diyen yavrukurtlarını seyrediyor.
Hrant’ın katili yakında çıkacak, “beka” karşılayacak onu da.
Muhtemelen bir süre sonra karşımıza geçip , tıpkı diğerleri gibi “iş adamı”, “müteahhit” kimliğiyle poz verecek. Katil kontenjanından besiye çekilecek tıpkı Haluk Kırcı, M. Ali Ağca ve benzerleri gibi.
“Cezamı çektim” içerikli bir kaç röportaj PR’ı yapılacak ve kendisini örnek alanların kahramanı olarak, “ülkenin bölünmez birliği ve bütünlüğü” üstüne taht kuracak.
Hrant’ın anısını, birbirine dokunarak, acılarını, dertlerini paylaşarak, ortaklaştırarak, insanlığa dair üreterek çoğaltanların tehdit edilişi, içimize sızmış iktidarın, “beka” denilince tek sıraya geçişlerimizin, arsızıyla, hırsızıyla, talancısıyla aynı anda, aynı marşta yükselişlerimizin ve buna bulduğumuz bahanelerin toplamı işte.
Vasat olanı kabul sınırları içerisine aldıkça ve onun parçası olmaya bahaneler buldukça karanlığı büyüteceğiz ve hepimizin nefesi kesilecek.
Boğazımızı kendi ellerimizle sıkmalara uyanmak istemiyorsak, içimize sızan iktidarı çıkarıp, yeniden hakikati davet etmeliyiz belki de.
Belki tam da bu davet iyileştirecek hepimizi.