Ufukta ekonomi için normalleşme yok: (III) Ekonomik Düzen Yoksulluk Üretiyor!

Sinan Ok

Koronavirüs için hafta sonu 15 ilde sokağa çıkma yasağı ilan edilen bu hafta içinde çok önemli ekonomik veriler açıklandı. Türkiye için enflasyon verisi beklentilerin üzerinde 11,39 oranıyla açıklanırken hem içerde hem de dışarıda ikinci çeyrek için ciddi daralma tahminleri açıklanmaya başlandı. Türkiye’nin en büyük ihracat paydaşlarından olan Euro Bölgesinin yüzde 8-12 arasında daralacağı birçok raporla ifade edildi. Bu hafta gelen başka bir veri de Rusya’nın işsiz sayısının 20 milyon bandını aşabileceği yönündeydi. İŞKUR zamanı geçmesine rağmen mayıs işsizlik sigortası bültenini açıklamadığı için KÇÖ ve işsizlik verileri açıklanana kadar Türkiye’ye dair bir veriyi bekleyeceğiz. 10 Haziran Çarşamba günü TÜİK’in açıklayacağı veriler bu anlamda Türkiye’ye dair daha net değerlendirmeler için imkan sunacaktır. Ancak COVİD-19’un tüm ekonomilerde görülmedik bir yıkıma yol açacağı şimdiden ifade edilebilir.  Dünya bankası küresel çapta yani bir yoksulluk artışı dalgası olacağını ve özellikle yarısına yakını Sahra Altı Afrika’da olmak üzere en az 40-60 milyon yeni yoksulun açığa çıkacağını ve bu artışın 3 yıl sürebileceğini açıkladı.

Türkiye’de ise COVİD-19’un yoksulluk istatistiklerine etkileri resmi olarak çok geç olarak, 2021 yılının sonunda açıklanacaktır. Resmi olarak gini katsayısı ve lorenz eğrisinin 2020 yılı ve bölgesel görünümü 2021 eylül ayında açıklanacaktır. Bu nedenle yoksulluk göstergesi olarak “şimdilik” aşağıdaki veriler kullanılmalıdır.

Türkiye’de resmi yoksul sayısı TÜİK verileriyle 2018 yılı için  22,7 milyon kişi olarak açıklanmıştır. 2018 yılı sonunda yaşanan krizin etkisi, artan ilave işsizlik ve nüfus artışı nedeniyle bu sayısının kesinlikle arttığı da ifade edilebilir. Koronavirüsün ilave kaç milyon kişiyi yoksullara dahil ettiğini ancak alanda yapılacak araştırmalarla ortaya koyabiliriz.

Türkiye’de yoksulluğun en önemli nedeni 83 milyon nüfusun varlığına karşın 27 milyon bandının altında kalan istihdam verisidir. Yani ortalama 1 kişi çalışıp en az 3 kişinin geçimini sağlamaktadır. Reel ücret düzeylerinin düşüklüğü, kayıtdışı istihdamın 10 milyon bandında olması, bölgesel eşitsizlik ve iç göç, mülteci emeği sömürüsü ve 7 milyon işsizin varlığı “yoksulluğun kuşaklar arası kısır döngüsüne” yol açmaktadır.

Türkiye’de açlık ve yoksulluk sınırı artıyor. TÜRK-İŞ’in verilerine göre geçen yılın aynı dönemine göre açlık ve yoksulluk sınırı yüzde 14,8, 2019 yılı sonuna göre yüzde 12,7 ve Nisan ayına göre ise yüzde 2,7 oranında artış göstermiştir. Mayıs ayı itibariyle açlık sınırı asgari ücretin üzerinde 2 bin 438 TL ve yoksulluk sınırı 7 bin 942 TL olarak açıklanmıştır. Asgari ücretin açlık sınırı altında olduğu ülkede kaç milyon çalışanın bu sınır altında olduğu ve bunun ne kadar nüfusa tekabül ettiği resmi olarak açıklanmamaktadır.  Koronavirüsün satın alma gücünde yeni enflasyon artış dalgası ile birlikte açlık sınırı altında çalışan ve yaşayan nüfusu arttıracağı öngörülmelidir.

Türkiye’de yoksulluğun en temel göstergelerinden birisi SGK istatistikleridir. 83 milyon nüfus içerisinde 22 milyonun sigortalı bir işte çalıştığı gösteren bu veri önceki yazıda aktarmaya çalıştığım sosyal güvenlik krizinin temelini gösterirken ülkedeki yoksulluğu da açığa çıkarıyor. SGK Mart ayı istatistik bülteni verilerine göre GSS kapsamında (“yeşilkartlı olarak ifade edilirdi”) olan nüfus 2019 yılı sonuna göre artış göstermiştir. 214.853 kişilik artış gösteren bu sayı net bir yoksulluk artışı göstergesidir. GSS priminin devlet tarafından ödenmesinin şartı; hanede kişi başına düşen gelirin asgari ücretin (2.324 TL) 3’te 1’inden daha düşük (775 TL’den daha düşük) olmasıdır. Bu sayı Türkiye genelinde 9 milyon 315 bin kişiye yükselmiştir. Türkiye nüfusu içerisinde yüzde 11 olan bu oran Kürt nüfusun yoğun olduğu  illerde yüzde 30’un üzerindedir. Ağrı’da her iki kişiden biri bu durumda iken Muş (% 45), Urfa (% 44) Van ve Şırnak (% 40) gibi illerde de dramatik oranlardadır. Covid-19 nedeniyle bu kapsamdaki nüfus özelikle Kürt illerinde artış gösterecektir.

Ekonomide normalleşme olması için gerekli iktisadi, siyasi, hukuki ve “tıbbi” koşullar henüz açığa çıkmış değil. Ülkenin en temel meselesi olan ekonomik kriz ve sonuçları için çözüm üretmesi gereken siyasal iktidarın; hukuku askıya alan, kutuplaştırmayı arttıran ve krizi derinleştiren kararlarının faturası artan yoksulluk şeklinde ortaya çıkmaktadır. Ekonomi yönetiminin öngörüsüzlüğü, plansızlığı neredeyse her hafta değişen radikal karar almalarla, bir tür deneme tahtası şeklinde yol alıyor. Bu belirsizlik ve güvensizlikten normalleşme çıkmaz.