Tarım Orkam-Sen Genel Başkanı Ahmet Keleş, orman yangınlarının iktidarın savaş, imar ve doğa politikalarından kaynaklandığını belirtti.
Türkiye’deki dört bir yanda yapılan mega proje, maden, Hidroelektrik Santral (HES) ve Jeotermal Enerji Santraller (JES) orman yangını ve sellerle geri dönülmez bir doğa yıkımına yol açtı. Türkiye’de 28 Temmuz’dan bu yana 53 ilde 288 orman yandı. Yangınlardan 285’i kontrol altında alınırken, Muğla’da Köyceğiz ve Milas, Aydın’da Bozdoğan’daki orman yangınlarını söndürme çalışmaları ise devam ediyor. Yangınlarda 8 kişi hayatını kaybetti. Binlerce hayvan öldü, orman ve tarım arazileri küle dönerken bölgedeki yaşam alanları zarar gördü.
Yaşananların sistemsel bir sorun olduğunu belirten Tarım ve Ormancılık Hizmet Kolu Kamu Emekçileri Sendikası (Tarım Orkam-Sen) Genel Başkanı Ahmet Keleş, Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirmelerde bulundu.
Kuraklık tetikledi
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri ve Birleşmiş Milletler (BM) raporlarında özellikle Türkiye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu bölgesinde çok büyük bir kuraklığın olduğunu belirten Keleş, “Dolayısıyla bu kurakla birlikte meteorolojik veriler de yüksek sıcaklık tahminlerinde bulunuyordu. Bunların hepsi orman yangınlarını tetikleyen şeyler. Biz hep orman yangınlarının yüzde 90’ının insan eliyle olduğunu söylüyorduk. İnsanların ormana bir şişe atması, piknik yapması ya da yol kenarında sigarasını atması gibi durumlar üzerinden orman yangınlarının çok fazla çıktığını biliyoruz. Ama kuraklık ve sıcaklığın hızlı artması da bunu tetikledi” dedi.
Önlem alınmadı
Kuraklık ve sıcaklık verilerine rağmen gözle görünür bir şekilde gelen orman yangınlarının önleminin yeteri kadar alınmadığına vurgu yapan Keleş, “Önlemi alınmadığı gibi müdahale de çok yetersiz kaldı. Sadece Muğla ve Manavgat’ta 60 bin hektar orman yandığını, 30 bine yakın canlının da öldüğünü biliyoruz” şeklinde konuştu.
Modernitenin getirdiği tahribat
Neoliberal politikalarla beraber Türkiye’nin sermayeye peşkeş çekilerek HES, RES, JES ve maden çalışmalarının sıklıkla yapıldığını aktaran Keleş, bu durumun orman yangınlarını tetiklediğini dile getirdi. Keleş, “Sadece orman yangınları değil. Kastamonu ve Sinop’ta patlayan HES’ten sonra oluşan sel ve iklim krizinin giderek derinleşmesiyle Başkale ve Yüksekova’da yine oluşan sel felaketlerinin hepsi kapitalist modernitenin yaşam alanına getirdiği tahribatların ne kadar güçlü olmaya başladığını ve doğanın artık bu yıkım karşısında tepkisini vermeye başladığını gösteriyor” diye belirtti.
‘Ek 16 ormanları imara açıyor’
Ocak ayında yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan ormanlara ilişkin yönetmeliğe dikkat çeken Keleş, şunları söyledi: “Normal şartlarda 6831 sayılı yasa ve Anayasa’ya göre yanan bir ormanda tekrar soğutma çalışmaları yapılarak ormanlık alan kazandırılmak üzerine çalışma yürütülmelidir. Orman yangınlarının olduğu yerlerde genellikle kızılçam ve meşe ağaçları var. İyi bir soğutma çalışması yapıldığında bu ağaçlar tohumunu toprağa bıraktığı için bir yıl içinde orman yangını olup olmadığı dahi anlaşılmaz. Ama çıkarılan yönetmelikle yasada yer alan ek 16’ncı madde kapsamında yanan ormanlık alanların imara açılmasının önü açılıyor.”
Ormanların takibi
Çıkarılan yönetmelikten kaynaklı yanan ormanları takip edeceklerini belirten Keleş, “Oluşturacağımız komisyonlarla yanan ormanların yeniden ormanlık alana mı yoksa imara mı açıldığını denetleyeceğiz. Dolayısıyla Ek 16 üzerinden yangınları kimin çıkardığını ya da niye söndürülmediğini rahatlıkla anlayabiliriz. Önümüzdeki süreç bu suçluların kendini ortaya çıkarmasını sağlayacaktır” diye kaydetti.
Orman emekçileri
Orman yangınlarına karşı büyük bir kamuoyu tepkisinin oluştuğunu hatırlatan Keleş, “Biz sadece insan ve hayvanları canlı olarak görmüyoruz. Ormanlardaki bitkiler, ağaçlar da canlıdır. Tüm ekosistem kendi içinde güçlü bir canlılığı ifade eder. Dolayısıyla yanan her can karşısında insanların bir tepkisi oluştu. O tepki sonucunda yangınları söndürme çalışmaları arttı. Bazı bölgelerde orman emekçiler çok fazla emek sarf ediyor. Yaşamını yitiren arkadaşlarımız da oldu. Biz de sendika olarak yangınlar çıktığı günden bu yana orman emekçileriyle dayanışma içindeyiz” ifadelerini kullandı.
Çalışma koşulları
Orman emekçilerinin sıkıntılarına ve taleplerine de değinen Keleş, “Orman emekçileri neredeyse yaşamlarını tehlikeye atacak şekilde büyük bir fedakarlıkla çalışıyor. Bu nedenle emekçilerin emek haklarını gören bir yerden yaklaşımın sergilenmesini istiyoruz. Daha iyi çalışma koşullarının sağlanmasını istiyoruz. Bir diğeri, orman yangınlarının olacağı sezonlar bellidir. Orman Genel Müdürlüğü’nün görevi sadece soğutma çalışması yapma değil aynı zamanda öngörülebilir politikalar yürütmektir. Orman köyleri yeniden hayata geçirilmelidir. Son zamanlarda orman köyleri azalmaya başladı. Köyler azaldıkça da çıkan yangına anında müdahale ve hızlı bilgilendirme eksikliği yaşanmaya başladı” bilgilerini paylaştı.
Savaş konsepti
İktidarın politikalarına değinen Keleş, “Dicle Kurşunlu köyü ile Elazığ arasında operasyon sonrasında sadece Diyarbakır tarafında 400 hektarlık bir orman yangını oluyor, orman emekçileri söndürmeye gittiğinde ise jandarma ‘burası operasyon bölgesi giremezsiniz’ diyor. Bir yandan insansızlaştırma ve savaş konsepti üzerinden talan edilen ormanlar bir yandan da imar planı ve sermayeye teslim olmuş iradenin sonucu ortaya çıkan orman yangınları var. Tüm bunları bütünlüklü değerlendirip yaşananların kapitalist modernitenin sonuçları olduğunu görme üzerine bir yaklaşım geliştirilirse ancak o zaman ekolojik bir mücadele verilebilir” dedi.
Ekolojik mücadele
Ekoloji mücadelesi verilmeden demokrasi mücadelesinin verilemeyeceğini, ekolojik yaşam olmadan demokratik bir yaşamın inşa edilemeyeceğini vurgulayan Keleş, “Dolayısıyla tüm mücadele hatlarını ekoloji mücadelesiyle bağ kurarak yapmak gerekiyor. Verilecek ekoloji mücadelesiyle kendinizi doğanın sahibi değil bir parçası olarak görür ve bu yaklaşımla yaşam daha anlamlı bir hal alır” diye belirtti.
MA / Zemo Ağgöz