Panelde bir araya gelen farklı inanç temsilcileri ölüye, mezarlara yapılan saldırıların bir insanlık meselesi olduğunu, “Öldürüyorsa da gömmesini biliyor” kültürünün yok edildiğini söyledi.
Temsilciler, insan hakkının ölüler için de var olduğunu belirterek ölüye zarar vermenin geride kalanlara işkence yapmak anlamına geldiğini ifade etti.
Ölü ve mezarlıklara saldırının arkasında nefret duygusunun yattığını ifade eden inanç temsilcileri, ölü ve diriyi güvence altına almanın devletin işi olduğunu vurguladı.
Meltem Yıldırım
Ölüye Saygı ve Adalet Panelleri serisinin ikinci paneli “Farklı İnançlar Cenazelere ve Mezarlara Yönelik Saldırıları Konuşuyor” başlığı ile 8 Mayıs 2021’de Hüda Kaya’nın moderatörlüğünde Zoom’da online olarak yapıldı.
Panel açılış konuşmasında İslam savaş hukukuna değinen Kaya, “Karşımızda en azılı düşman da olsa, dünyanın en kötü insanın cenazesi de olsa Kur’an’ın ifadesiyle cenaze dokunulmazdır. Savaş meydanında kim yenmiş olursa olsun cenazeler tüm taraflarca gelinir, alınır ve defnedilir. Herkes inancına, geleneklerine göre cenazesini, merasimini istediği şekilde organize eder. Mekkeli müşriklerin dahi riayet ettiği bu dokunulmazlık ilkesini Ebu Süfyan’ın eşi Hind ihlal ederek, Hz. Hamza öldükten sonra beden bütünlüğünü bozan kişi olarak tarihe geçmiştir. İktidar da bu şekilde tarihe geçecek.” dedi.
Son yıllarda ölülere dair uygulamaların genel tablosunu çizen Kaya konuşmasının devamında şunları kaydetti:
‘Bu iktidar döneminde yas tutma hakkı bile gasp edildi’
“Cenaze kaçırma, korsan defin, mezarlıkları bombalama, tahrip etme, Taybet Ana örneğinde olduğu gibi cenazeye yaklaştırmama ve günlerce sokakta bırakma, defne engel olma, çıplak bedeni teşhir…Hepimiz yaşadık, gördük. Bunların hepsi bu iktidarın siciline işlendi. Yaşam, eğitim, özgürlük, seyahat hakkı gibi haklarla birlikte, yas tutma hakkı bile gasp edildi. Cenazeler dini görevleri yerine getirilmeden, helallik alınmadan, namazı dahi kılınmadan korsan olarak gömülmek durumunda bırakıldı. Mezarlık ziyaretleri dahi engellendi. Cumartesi anneleri bugün yaşadıklarımızın en somut örneği. Yarın anneler günü ama binlerce anne evladının mezarını ziyaret etmekten bile mahrum; çünkü çocuklarının bir mezarları, bir avuç kemikleri dahi yok.”
Hüda Kaya’dan sonra söz alan NAVYEK Eşbaşkanı Hacı Çelik, sözlerine katline 73 defa ferman çıkartılmış bir toplum olan Êzidilerin, Türkiye’de Diyanet ve birçok kurum tarafından inançlarının karma bir terminoloji ile çarptırılarak tanımlanmasına dikkat çekerek başladı. Çelik şunları söyledi:
Êzidi inancında insan doğarken ve ölürken kutsanır
“Êzidi inancında insan hem doğarken kutsanır, hem ölürken kutsanır. Êzidiler ölümü bir son saymazlar. Evet ölü defnedilir, duaları okunur, hayrı dağıtılır, kubbeler dikilir, ziyaretler yapılır ama ruhun ölmediğine inanılır. ‘Kiras Guhertî’ denir, beden ölür ama o ruh başka şeylerde yaşamaya devam eder.”
Çelik, Mezopotamya’da birçok toplum ile iç içe yaşayan Êzidilerin kendi ölülerine olduğu kadar diğer toplumların ölülerine de bu düstur ile saygı duyduğunu dile getirdi. Tüm bunlara rağmen katline 73 kere ferman çıkartılmış bir toplum olarak ölülerine de dirilerine de yapılan düşmanlığa dikkat çekti.
Şengal’de, Hasankeyf’te, Nusaybin’de mezarları tahrip edildi
3 Ağustos 2014’ten itibaren yaşanan süreçte Şengal’deki kutsal yerlerin, türbelerin, mezarların DEAŞ tarafından bombalanarak tahrip edildiğini dile getiren Çelik, benzer uygulamaların Türkiye sınırları içinde eş zamanlı olarak Hasankeyf’te Êzidi mezarlarının sular altında bırakılarak, Nusaybin’de Êzidi mezarlarının tahrip edilerek yapıldığını dikkat çekti.
Êzidi kadınlar esir pazarına götürüldü
Son yüz yılda yaşadıkları zulmün boyutuna vurgu yapan Çelik sözlerini “Bu coğrafya, Anadolu ve Mezopotamya insanı nasıl bu hale geldi? Başka inançlar mı buna yol veriyor? Ben bu fikirde değilim. Halihazırdaki iktidarlar bizi tarihten, insanların belleğinden silmek istiyorlar. Bu çok acı bir şey. Êzidi Kadınlar Musul’a ganimet olarak esir pazarına götürüldü, zincirlendiler, yakıldılar. Hangi inanç bunu emretmiş? Bu iktidarların saldırganlık politikasıdır. Buna Mezopotamya’nın tüm halkları olarak direnmek zorundayız.” diyerek tamamladı.
Hatipoğlu: Bu bir insanlık meselesidir
DİAYDER temsilcisi Ali Fuat Hatipoğlu konuşmasına “Bu Müslümanın gayrimüslimin meselesi değil, bu bir insanlık meselesi.” sözleri ile başladı. İslam tarihinde cenazeye eziyet uygulamasının örneklerine dikkat çeken Hatipoğlu şöyle devam etti:
“Çok üzülerek ifade etmek istiyorum ki cenazelerin defnine izin verilmemesi, mezarların tahrip edilmesi, ölülere işkence yapılması İslam tarihinde yer bulmuş bir şeydir. Hz. Osman öldüğünde 86 yaşındaydı, yıkanmak için musalla taşına konulduğunda asilerden biri kendini onun üzerine atıyor ve bir kaburgasını kırıyor. Diyor ki ‘Sen benim bir akrabamı hapise attırdın, ömrü boyunca hapisten çıkartmadın.’ Bunun intikamını alıyor musalla taşında. Cenazesi akşam ve yatsı arasında sayılı kişi ile defnedilmek zorunda kalınıyor. O dönem ona karşı olanlar diyorlar ki ‘Osman’ı Müslüman mezarlığına defnetmeyin, Yahudi mezarlığına defnedin.’ Oysa Cenâbı Allah Kur’an-ı Kerim’de ‘Ben insanı şerefli kıldım, insanoğlunu kıymetli yarattım’ buyuruyor.
Yaşananlar o kadar acı ki…Hind’den bahsedildi. Hz. Hamza’nın cenazesinin bütünlüğünü bozan insan olarak tarihe geçti. Emevi Devleti’ni onlar kurdu, Hz. Ali’ye ihanet eden Muaviye, Hind’in oğluydu. Kendi çıkarları doğrultusunda bir dini ortaya koydular ve o din anlayışı bugüne kadar geldi.”
‘Öldürüyorsa da gömmesini biliyor’ kültürü yok ediliyor
Mezarlıkların insanlığın ortak hafızası olduğunu belirten Hatipoğlu, “Kendin için istediğini kardeşin için istemedikçe mümin olamazsın” hadisinin doğru yorumlanması gereğine dikkat çekti. “Bunu sadece maddi fenomenlerle bağdaştırıyoruz ama öyle değil. Osmanlıca müfredata seçmeli ders olarak konuldu. Dönemin başbakanı Davutoğlu, ‘Bu nesil kendi atasının mezar taşını okuyamaz hale geldi’ dedi. Kendileri için istediklerini sıra Kürde, Êzidiye, Ermeniye geldiğinde haram görüyorlar. İnsanlar araçların arkasında bedenleri çırılçıplak teşhir edilerek sokaklarda dolaştırıldı! Kimse bunu hak etmez, düşman da olsa! Bizde bir söz var, derler ki ‘Öldürüyorsa da gömmesini biliyor.’ Bu topraklarda işte böyle bir kültür yok ediliyor.” sözleriyle konuşmasını tamamladı.
Doğan: İnsan hakkı ölüler için de vardır
Demokratik Alevi Dernekleri’nden Menşure Doğan sözlerine Alevi inancında ölüm olgusuna yaklaşım ile başladı:
“Biz ölüm kelimesini kullanmayız, ‘Hakk’a yürüdü’ deriz. Tüm yaratılmışlara aynı nazarla bakarız. Hepsi Hakk’ın zerrelerini taşır. Kimin ölüsü olduğu bu yüzden sorgulanmaz. Beden ölür ama ruh ölmez. Haktan emanetini can diye taşır insanlar.”
Doğan, ölü bedene eziyet olgusuna dair “Sen bir cenazeye hakaret edersen, zorlayıcı ve dayatıcı olursan Hakk’ın emanetini gasp etmiş olursun. Geride kalanları, insanlığı incitmiş olursun. Ölüye yaklaşım sorunu herhangi bir sorun değil, bu bir insanlık sorunudur. Savunmasızdır o beden, koruyup saygı göstermek, sahip çıkmak bize düşer. Ölü bedene saygısızlık insan hakkına girer. Sadece yaşayanlar için değil insan hakkı, ölüler için de vardır. Yaşarken yararlanamamışsa bile ölüsü yararlanmalıdır.”
Ölü ve diriyi güvence altına almak devletin işi
Kul hakkı ve rıza kavramlarının sadece maddiyatı ve yaşayanları kapsamadığını vurgulayan Doğan “Kul hakkı maddi olarak düşünülüyor ama sadece bir boyutu bu. Toprağa verdiğiniz o insanın bedeni ölü ama ruhu yaşıyor, o ruhu incitmek kul hakkına girer!” dedi.
Hatun Tuğluk’un cenazesinin rıza alınmadan topraktan çıkartılmasına değinen Doğan “O cenazenin rızalık dışında buraya getirildiği o gün şok durumundaydık, ağlayamadık bile. Her dönemde zorbalar olur ama vatandaşının ölüsünü de dirisini de kendi adaleti ile güvence altına almak devletin işidir. ‘Çocuklar heyecanlanmış’ sözleri geliyor aklıma…” diyerek o günlerde yaşadıkları travmayı paylaştı.
Estukyan: Ölü toprağa verildiğinde toprak mühürlenir…
Ermeni gazeteci yazar Pakrat Estukyan da ölenin yakın çevresindeki kayıp duygusunun yas ile ifade edildiğini belirterek ölü dokunulmazlığını şu sözlerle ifade etti:
“Ermenilerin defin işlemlerinde cenaze toprağa verildikten ve üzeri toprak ile örüldükten sonra papazın son dileği şudur: Tanrı’nın mühürü dokunulmaz olsun. Yani o toprak mühürlenmiş olur ve Tanrı’nın mühürü sıfatını kullanır papaz, elindeki haçla onu mühürlemiş olur simgesel olarak ve buna dokunulmamasını niyaz eder. Bu zannediyorum ki bütün dinler için de böyledir.”
Ölüye zarar geride kalanlara zarar vermektir
Yapılan eziyete çarpıcı bir boyut ile yaklaşan Estukyan “Ölüye zarar veremeyiz, böyle bir gücümüz yok. Aslında olan, geriye kalanlara zarar vermek, onları acıtmak… Ölen bir adam, ölen bir adamdır. Geçmişteki günahı, vebali, suçu, sevabı, hayrı geçmişte kalmıştır ve hepsi bir hatıradır. Ona yapılacak saygısızlık artık kalanlara yapılacak saygısızlıktır, ona gösterilecek hürmet kalanların acısını paylaşmak ve dindirmektir.” değerlendirmesini yaptı.
Tarihsel süreç içerisinde nefret duygusunun ölüler üzerinden ifade ediliş biçimlerine dikkat çeken Estukyan sözlerine şöyle devam etti:
Ölüye zarar vermenin arkasında nefret duygusudur
“İnsanlar fanatik ve barbar olurlarsa… 1915’te gömülemeyen cenazelere yapılan işkenceler… Fırat Nehri üzerinde şişmiş cesetler suda yüzüyor ve çocukların eğlencelerinden biri oluyor o cenazelere taş atıp patlatmak. Daha yakın bir tarihte, 6-7 Eylül pogromunda iş yerlerinin dışında kiliseler ve mezarlıklar da saldırıya uğradı. Balıklı Rum Mezarlığı’nda henüz yeni gömülmüş olan bir cenaze gömüldüğü yerden çıkartılıp çarmıha gerilmiş gibi orada bir taşın üzerine dik vaziyette yaslandı ve göğsüne bir Türk bayrağı saplandı. Bunu yapan, bundan bir tatmin bulan insanlar üzgünüm ama barbar tanımını hak ediyorlar. Arkasındaki duyguyu anlamak zor değil, nefret duygusu bu.”
Evladı posta kargosu ile anneye vermek en ağır işkencedir
İktidarın beslediği nefret ve ayrışma dili uygulamalarına dikkat çeken Estukyan konuşmasına “Bugün Garzan Mezarlığı’nı, Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesinde yapılanları gördüğümüzde bu duyguyu çok iyi tanıyoruz. Demek ki iktidarın güttüğü dindar ve kindar nesil yetiştirme hedefi belli bir potansiyeli yakalamış. Bazı şeyler içselleşiyor, yer ediniyor. Hınçlar, öçler cenazeler üzerinden sergileniyor ve insanları en çok acıtan görüntüler bunlar oluyor. Bir evladın vücudundan arda kalanları plastik yarı şeffaf bir kutu içerisinde posta kargosu ile kucağında bulmak… Bunlar bir insana yapılabilecek en ağır işkenceler, en ağır acıtma halleri ve ne yazık ki bunların hepsine tanık oluyoruz.” sözleri ile devam etti.
Bir adım geri atmak bütün ölülere haksızlık olacaktır
Estukyan ölülere yaklaşım probleminin çözümüne dair inancını da şu sözlerde dile getirdi:
“Bunun böyle devam etmesi mümkün değil. İnanarak söylüyoruz; insanlık onuru işkenceyi yenecek! Bu sıradan bir slogan değil, bu bir inanç meselesi. Bunu ben yaşadığımız zamanın talihsizliği olarak görmek istiyorum. Yapmamız gereken tek şey insanlık değerlerine dönmek. Nasıl sağlayacağız bunu? Şüphesiz ki kararlılıkla, dirençle ve mücadele ile. Bir adım geri atmak bütün ölülerimize haksızlık olacaktır, onlar karşısında utanç kaynağı olacaktır. O yüzden hiç yılmayacağız, geri adım atmayacağız. Barbarlığı yenmek zorundayız. Başka türlü insan olamayacağız. Bu bizim yarınlara yönelik boyun borcumuz.”
Açıkkollu: Zalimler hep aynı zihniyetten besleniyor
Panelde söz alan dikkat çekici bir diğer bir isim ise 15 Temmuz’dan sonra gözaltına alınan ve İstanbul Emniyet Müdürlüğünde gördüğü işkence sonucu hayatını kaybeden tarih öğretmeni Gökhan Açıkkollu’nun eşi Mümine Tülay Açıkkollu şunları kaydetti:
“Hangi fikir ve ideolojiye inanırsa inansın, zalimlerin hep aynı zihniyetten beslendiklerini düşünüyorum. Hz. Hamza’ya işkence eden zihniyet ile Taybet Ana’nın cenazesini sokakta bekleten aynı zihniyet. Pakrat Estukyan ‘Yapılan işkence aslında ölüye değil geride kalanlara yapılıyor’ demişti. Biz eşimin cenazesini almaya çalışırken Hainler Mezarlığı dayatmasını yaşadık, acımızı yaşayamadan cenazemizi inancımıza uygun bir şekilde defnetme telaşına kapıldık. Bu tür şeylerin artık yaşanmasını istemiyoruz. Burada birçok farklı kesimden insan olarak bir araya geldik. Tolstoy ‘Acı duyabiliyorsan canlısın, başkalarının acısını duyabiliyorsan insansın.’ diyor. Paylaşarak ve mücadele ederek bir daha bunların yaşanmamasını sağlayabileceğiz.”
Ölüm alanına devletin müdahalesi kesilmelidir
Panel dinleyicilerin söz aldığı soru cevap bölümünden sonra Derya Aslan platformun oluşma sürecine ve çalışmalarına dair bilgi verdi. HDP milletvekili Hişyar Özsoy barışın ölülere insani bir yer bulmaktan ve ölüm alanına devletin müdahalesini kesecek birlikteliği kurmaktan geçtiğini vurgulayarak platformla dayanışma ve beraber çalışma çağrısında bulundu.
Ölülere birlikte sahip çıkarsak yaşama da sahip çıkabiliriz
Kapanış konuşmasında geçtiğimiz günlerde Sedat Peker’in sosyal medyada dolaşan videolarında kullandığı dile, kaybettirilen insanlara ve ölü bedene eziyete dair verdiği bilgilere dikkat çeken Hüda Kaya “Bugün hala mezarsız binlerce insana sahip bir toplumdayız. Seyit Rıza, Şeyh Said, Said Nursi ve binlercesi… Birlikte başarmak zorundayız, dayanışmamızı büyütmek zorundayız. Bizlere ulaşın, bizi yalnız bırakmayın. Ölülerimize birlikte sahip çıkarsak yaşama da birlikte sahip çıkmış olacağız.” sözleri ile konuşmasını tamamladı.