Tarih, toplumun hafızasını inşa eder. Neyi hatırlayıp neyi unutacağınızı belirler. Sözlü tarih ve daha geniş anlamda hafıza çalışmaları ise son yıllarda resmi tarihe bir alternatif oluşturuyor.
Belediye olarak, bir semtin sakinlerinin hafızasında önemli bir yer tutan bir meydanı yok ederseniz insanların oraya, o mekana olan aidiyet duygusunu da yok edersiniz.
Adnan Genç
Tarih yazımında kullanılan bir araştırma yöntemi olan sözlü tarih çalışmaları; akademi çevreleri, tarihle ilgili kurumlar ve elbette ki öğrencilerin çok ilgisi çeken bir alan. Toplumsal olaylar, ekonomik ve siyasi tarihe uzanan bir bilgi birikimini süzüp bugünlere getiren bir çalışma biçimi, artık sıradan kişi ve kendi halindeki kurumların da ilgisi çekmeye başladı. Bu konuyu ayrıntısıyla konuşabilmek için pek çok projede yer alan deneyimli bir araştırmacıyla sohbet edeceğiz: Demet Yıldız… Halen, Beykoz Kundura için sözlü tarih uygulaması içinde…
Demet hanım, bize kendinizi tanıtır mısınız; aldığınız eğitimler; sertifika programları; üst eğitimler ve katıldığınız çalışmalar… Bunlardan söz ederseniz, gelecek sorularımız için yol açıcı olacak…
Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji bölümünde eğitim aldım. Ardından Boğaziçi Üniversitesi Tarih yüksek lisans programını tamamladım ve hafıza çalışmaları ve sözlü tarih alanında uzmanlaştım. Ayrıca çeşitli sivil toplum örgütlerinin toplumsal hafıza alanındaki çalışmalarında yer aldım ve yüksek lisansım sırasında Okmeydanı semti üzerine sözlü tarih yöntemini temel alan bir etnografi çalışması yaptım. Hali hazırda bir endüstriyel miras alanı olan eski deri ve kundura fabrikası Beykoz Kundura’da Kundura Hafıza projesinde çalışıyorum.
Sizce, sözlü tarih nedir; Türkiye’deki geçmişi; yapanlar, yaptıran ve amaçları nelerdir? Konuya girebilmemiz bağlamında bu sorulara yanıt alabilir miyiz, lütfen?
Sözlü tarih genellikle yazılı kaynakların bulunmadığı ya da yetersiz kaldığı alanlarda başvurulan bir tarih yazım yöntemi. Resmi tarihin dışarıda bıraktıklarının tarihi de diyebiliriz bence. Bildiğiniz gibi tarih yazımı bir yanıyla ideolojik bir pratiktir. Bazı şeyleri anlatır, bazı şeyleri ise anlatmaz, arşiv bazı şeyleri saklar ve geleceğe aktarır, bazı şeyleri ise ya hiç tutmaz ya da kapalı tutar. Bu anlamda tarih, toplumun hafızasını inşa eder. Neyi hatırlayıp neyi unutacağınızı belirler. Sözlü tarih ve daha geniş anlamda hafıza çalışmaları ise son yıllarda resmi tarihe bir alternatif oluşturuyor.
Bildiğimiz, okullarda okutulan makro tarih anlatısının dışarıda bıraktığı azınlıklar, kadınlar, marjinal olarak tarif edilen toplumsal gruplar bu çalışmalar aracılığıyla kendi tarihlerini yazıyorlar. Bu sayede artık elimizde tek bir tarih değil, “tarihler” olmaya başladı. Ermenilerin tarihi, Kürtlerin tarihi, Alevilerin tarihi gibi.
Bir diğer yanıyla da ulus devlet ideolojisinin neredeyse ortadan kaldırdığı sosyal ve kültürel çeşitliliğin yeniden canlanmasını sağlayan çalışmalar oldu bunlar. Özellikle sözlü geleneğin hakim olduğu Alevilik, Ezidilik gibi inanç sistemlerinin yeniden ele alınarak araştırılmasını ve bu toplulukların kendi anlatılarını kurmalarını sağladı.
Bu anlamda sözlü tarihin suskunluğa gömülenlerin yeniden sesini bulmasına ve silinmeye yüz tutmuş topluluk hafızasının yeniden canlanmasına yardımcı olduğunu düşünüyorum.
Kolektif kimliğin kolektif hafıza üzerine inşa edildiğini göz önünde bulundurursak, sözlü tarih ve hafıza çalışmalarının bu toplulukların kimliklerini güçlendiren ve toplumsal alanda yeniden varlık gösterebilmelerine imkan tanıyan bir yanı olduğunu söyleyebiliriz. Bir tarihçi olarak sözlü tarih yönteminin ayrıca tarih yazımı alanını genişleten ve bu alanı belge fetişizminden kurtaran bir nitelik taşıdığını da söyleyebilirim.
Türkiye’de sözlü tarih çalışmaları 1990’lı yıllarla birlikte başladı. Kurumsallaşması ve akademik alanda kendine bir yer bulması, ilk olarak Uluslararası Sözlü Tarih Derneği (IOHA) üyesi olan Prof. Arzu Öztürkmen’in girişimleriyle Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde gerçekleşti. Ayrıca Leyla Neyzi, Meltem Ahıska, Esra Özyürek gibi bu alanda öncü rol oynayan akademisyenlerin çalışmalarını sayabiliriz. Tarih Vakfı’nın yaptığı çalışmalar ve yayınları da bahsettiğiniz gibi pek çok araştırmacı, öğrenci ve akademisyenin bu alana ilgi duymasını sağladı.
Bu yöntemin kullanılmaya başladığı ilk yıllarda, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de özellikle toplumsal travmalara odaklanarak bir geçmişle yüzleşme aracı olarak işlevlendirildiği söylenebilir. O dönemde – ve büyük oranda bugün de – çalışılan konulara baktığımızda bunu açıkça görebiliyoruz. Savaşlar, soykırım ve katliamlar, belli topluluklara yönelik yerinden etme uygulamaları, zorla kaybetmeler, göçler, askeri darbeler sözlü tarih çalışmalarının ana konularını oluşturuyor. Bu çalışmaların amacı tanıklıklara başvurarak konuşulmayanın, dillendirilmeyenin konuşulmasını sağlamak, zor geçmişlerle yüzleşmeye ve toplumsal travmaların sağaltılmasına katkıda bulunmak.
Bugüne gelirsek, alanın çok daha çeşitlendiğini söyleyebilirim. Artık neredeyse her alanda sözlü tarih çalışmaları yapılıyor. Bu yöntem çok daha yaygınlaşmış ve benimsenmiş durumda. Basit bir internet taramasıyla toplumsal cinsiyet, siyaset, kent ve mahalle çalışmaları, tiyatro, sinema, müzik, aile tarihi, kurumlar tarihi gibi çok çeşitli alanlarda yapılmış sözlü tarih çalışmalarını görebilirsiniz.
Sizin içinde olduğunuz çalışmalardan ve sonuçlarından söz etmeniz mümkün mü? Şahsen ben de Kâğıthane Nurtepe Mahallesi’nin yerleşime açıldığı günlere ilişkin; belediyenin yaptırdığı bir sözlü tarih çalışmasına katıldım. Anlaşılacağı üzere çok çeşitli konularda araştırma yapıp, derinlik kazandırmak mümkün. Filanca şirketin 50. Yılı gibi veya bir okulun tarihçesi.. Bir fabrikanın bütün bir geçmişi; endüstriyelleşme süreci; insan kaynakları eğitimi ve çevresel etmenlere özgün katkıları.. Bunlar hep ilgi görüyor. Lütfen, yukarıda da dediğim gibi, hem katıldığınız hem de bildikleriniz üzerinden bu çalışma yöntemini okurlarımız için ayrıntılandırır mısınız?
Evet biraz önce de bahsettiğim gibi, alan git gide çeşitleniyor ve sözlü tarih yöntemi çok daha yaygın bir biçimde kullanılıyor. Fakat burada şuna dikkat çekmek istiyorum, bu yaygınlaşma aynı zamanda yanlış bir algıyı beraberinde getirdi. Bir ses kayıt cihazı ya da kamerası olan herkesin sözlü tarih söyleşisi yapabileceği, bunun bir uzmanlık gerektirmediği algısı. Bunu çok sakıncalı buluyorum. Özellikle de toplumsal travmalar ya da bunların sonucunda yaşanan mağduriyetler üzerine çalışan kişilerin bu konuda çok özenli olmaları gerekiyor. Sözlü tarih yönteminde, belirlediğiniz konuda tanıklığı ya da deneyimi olan kişi ya da kişilerin hayat hikayesini dinleyerek bütünlüklü bir anlatı elde edersiniz. Fakat anlatıcı size hikayesini anlatırken geçmişi yeniden canlandırır ve o travmayı yeniden deneyimler. Bu yanıyla bir sözlü tarih söyleşisinin biraz psikoterapiye benzediğini düşünüyorum. Aktif dinleyici olmak, doğru soruları sormak ve o kişide yeni bir tahribat yaratmamak gibi çok önemli hususlar göz ardı edilmemeli. Bunlar söyleşiyi gerçekleştirirken özen gösterilmesi gereken konular olarak ilk aklıma gelenler.
Ardından bu çalışmayı her ne amaçla yapıyorsanız, anlatıcıdan anlattığı şeylerin ne kadarını ne şekilde muhafaza edeceğiniz ve yayınlayacağınız konusunda mutlaka onay almalısınız. Sanırım en çok ihmal edilen konulardan biri bu.
Sosyoloji eğitimim sırasında yaptığım araştırmalarda çoğunlukla nitel araştırma yöntemlerinden derinlemesine görüşme yöntemini kullandım, aslında bu yöntemin kuralları ve bu yöntemi uygularken dikkat edilmesi gereken hususlarla, sözlü tarih yönteminin kuralları oldukça benzeşir. Bu nedenle bir sözlü tarih çalışması yapmak isteyen kişilerin öncelikle derinlemesine görüşme yöntemi hakkında bilgi edinerek deneyim kazanmalarının daha faydalı olacağını düşünüyorum.
Bu tür çalışmalara okullar ne kadar yoğun ve doğru ilgi gösteriyor; bunlardan kamu ve sivil kuruluşların yararlanması hangi yönlerde olabilir. Analitik bağlamda soruyorum. Teşekkürlerimle.
Aslında bu sorunun ilk kısmının cevabını biraz önce verdim sanırım. Kamu ve sivil kuruluşların yararlanması bağlamında ise sözlü tarih çalışmalarının önemli bir katkısı olduğuna inanıyorum.
Örneğin, biraz önce belediyelerin yaptırdığı çalışmalardan bahsettiniz. Bu hem belli bir semtin, mahallenin hafızasını somutlaştırmak hem de o semtte ya da mahallede, hatta kentte yapılacak altyapı çalışmalarından tutun, sosyal hizmetler ve aktivitelere kadar her alanda değerlendirilebilir.
Özellikle benim çalışma alanlarım olan kentsel dönüşüm, mekan ve hafıza, mekana bağlılık ve aidiyet açısından baktığımda bu çalışmaların önemini açıkça görebiliyorum. Altyapı çalışmaları demiştim, örneğin siz bir belediye olarak, belli bir semtin sakinlerinin hafızasında önemli bir yer tutan bir meydanı yok ederseniz ya da toplanma ve sosyalleşme alanlarına otopark yaparsanız ya da kırsal alanlarda kutsal mekanları baraj ve HES’lerle yok ederseniz insanların oraya, o mekana olan aidiyet duygusunu da yok edersiniz.
Yine sivil kuruluşların da nerede, kimlerle ve ne tür çalışmalar yapacakları konusunda doğru kararları alabilmeleri için bu çalışmalara başvurabileceklerini düşünüyorum.